8 Kasım 2013 Cuma

Kızlı Erkekli Okuyunuz

Merhaba.

Hafızlar bu yazıyı kızlı erkekli okumanızda bir sakınca bulunmamaktadır, tabi okurken yanyana değilseniz...

Şimdi bu yazımda Türkiye'nin üzerine giydirilmeye çalışılan gericilik gömleğinden bahsedeceğim ayrıca da Erdoğan'ın son yaptıklarını analiz edip beyinleri biraz yakalım, hı yine baştan söyleyeyim inanıp inanmamak size kalmış.

Öyleyse başlıyoruz.

Erdoğan şu sıralar tıpkı bir yağmacı gibi, ama nasıl bir yağmacı? Gideceğini biliyor, kovulacağının ve sonunun farkında o da bu yüzden son sürat her şeyi yıkıp gidiyor, en iyi savunma saldırıdır taktiğini uyguluyor, Kemalist devrimin ilerici hamlelerine karşı saldırdıkça saldırıyor, virane bırakmak istiyor, hatta belkide telafi edilemez düzeyde yıkımlar yapmak istiyor. 

Yani Başbakan devrik bir lider gibi usulca, yenilmiş bir ordu gibi hayal kırıklığıyla falan değil, basbayağı savaşarak, geri çekilirken ardında yıkıntılar bırakarak, kendisi yenilirken başkalarını da yaralayarak gitmeye karar vermiş durumda.

Başbakan'ın bir çok akıl hocası vardır, sosyologlar psikologlar hatta daha öncede söylediğim gibi konuşacağı yazıyı yazanlardan, davranışları konusunda akıl verenlere kadar.

Ee tabi Ortadoğu'nun lideri (!) olmak kolay değil hafızlar...

İlk açıklamalardan sonra aceleyle "ya şey aslında başbakan öyle demedi" diyenleri yalanlamak, neyse ki bize düşmedi. Erdoğan hızla kendi adamlarını rezil etti, padişahımız inatla ne yapmak istediğini belirtti.

Başta Bülent Arınç olmak üzere, çeşitli AKP ileri gelenlerinin ilk baştaki düzeltme gayretinden sonra gelen mide bulandıran sözlerini başka nasıl anlamalıyız? Var mı fikri olan?

Örneğin Bülent Arınç midesizi açık açık, saklamaya ya da inceltmeye gerek duymadan, aynı evde yaşayan herkesin seviştiğini ve bunun da ahlaksızlık olduğunu söylüyor.

“Birlikte yaşayınca kızlarımız hep kaybeden oluyor” sözleriyle, cinselliği erkeğin kadını yendiği, erkeğin kadına üstün geldiği, erkeğin kazanıp kadının kaybettiği bir savaş olarak görüyorlar lan resmen. Hafız yok bunun açıklaması, akıl mantık kabul etmiyor bunu.

“Ateşle barut yan yana durmaz" diyerek, kadın ve erkek yanyana geldiyse ortada başkasıda yoksa illa sevişirler diyor, ahlakının ne seviyede olduğunu ifşa ediyor.

O zaman adama sorarlar hafız, sen böyle misin yani diye, bir kadınla baş başa kaldığın an sevişmeye mi kalkıyorsun hemen diye. Yeminle size Allah akıl fikir versin. 

Peki gelelim kıdem tazminatının kaldırılmasına, günah olduğu için kızlı erkekli kalmaya müsade etmeyen insanı insan olarak, birey olarak görmeyen bu zihniyet, kıdem tazminatını cebi dolacağı için mi kaldırıyor, kıdem tazminatı işçinin alın terinin en büyük hakkı değil midir, peki size göre bu günah değil midir?

Ama biz sizi artık çok iyi tanıyoruz beyler, tüm gençlik sizi tanıyor, ne bok olduğunuzu biliyor. Size karşı kızlı erkekli direniyor. 


Ve Türkiye'nin şu anda ki genç jenerasyonu ya tam felaketi ya da büyük bir direnişi, baskıya dayanamayıp patlayan halkı, hatta devrimi görecek. Ama bu genç jenerasyonun geri ya da ileride olsa bir değişime tanık olacağı ortada çünkü Türkiye üzerine giydirilmeye çalışılan her türlü gerici kıyafeti Türkiye halkı ya kusacaktır, ya kabullenecektir. Kabullenirsek çocuklarımıza "bir zamanlar kızlı erkekli aynı sınıfta okuyabiliyorduk" diyerek anlatırız, kabulllenmez direnir ve bu gericileri silersek çocuklarımıza "bir zamanlar bizi böyle zihniyetler yönetti biz de onları kızlı erkekli devirdik" diyerek anlatırız...


Görüşmek üzere...

7 Ekim 2013 Pazartesi

Kapitalist Kış

Merhabalar.

Hazır kış gelmişken modaya uyup kış temalı kar temalı soğuk temalı bir şeyler yazalım değil mi. Değil. Aslında hiçte öyle amacım modaya uymak falan değil. Amma ve lakin her kış geldiğinde aklıma gelen bir konu var ki paylaşmadan edemeyeceğim hafızlar.

O da şudur ki bu kış mevsiminin kapitalistliği, hiç sevmem bu yüzden kendisini, aramız yıllardır bozuk, yoksa bende biliyorum elbet her mevsimin kendine has güzelliği var, kendine has şarkıları var, kendine has meyveleri var, sebzeleri var, yemekleri var.

Evet bunlar hoş şeyler. Ama şu kış öyle bir şey ki, senin camdan elinde nescafeyle izlediğin kar yağışı kimisi için bir kabus, evet sen okuldan eve dönene kadar donuyorsun ve eve girip sıcak bir tabak yemek buluyorsunda, işte herkes o kadar şanslı değil. O yüzden, kar yağdı yağacak, bi evsiz görürseniz mutlaka oranın belediyesiyle iletişime geçin! Sahip çıkacaklardır, en azından kış bitene kadar...

Peki bu örneklerden vazgeçip, birazda değneğin diğer tarafına bakalım mı? Şimdi kış neden kapitalisttir şöyle açıklayayım, yaz gelince bi tşört bi kot giyer çıkarsın abi sokağa, çevrene bi bak, kışın öyle mi ? Herkeste bi koşuşturma en güzel en şekil montu, en markalı en pahalı kazağı, en şekil şukul botu almak için yarışıyoruz lan. 

Üzülüyorum yeminle. Marka giyme takıntınız olmasın, kendiniz olun. Emin olun ki 89.99 lira verdiğiniz markanın kazağı, annanenizin ördüğü kazak kadar asla ısıtamaz sizi, ama siz sıcak olsun mu istiyorsunuz, markası gözüksün mü? 

Görüşmek üzere...


1 Ekim 2013 Salı

Tiyatro Masal

Merhaba. 

Bu yazımda, büyük umutlarla büyük hedeflerle kurduğumuz Tiyatro Masal'ı anlatacağım. 

Başlıyorum. 

4 yıl önce tiyatroya başladığımda, ileride çok büyük dostluklar kuracağım iki "hafız" ile tanıştım, dostluklarımız geliştikçe tiyatronun peşinden birlikte koşmaya başladık. Bunlar İrfan hafız ve Semih hafız.

Peki Tiyatro Masal nereden çıktı, nasıl kuruldu, niye kuruldu?

İrfan hafız, Semih hafız ve ben, geçen 3 yılın sonunda, tiyatroya dair yeni bişeyler yapma, tiyatroyu kovalama, peşini bırakmama düşüncelerindeydik. 

Bir amatör tiyatro ekibi kurma düşüncesi en başından beri vardı, olağanüstü genel toplantılar(!) yaptık, olağanüstü dediğim palmiye cafede çay içerek, ki çay kutsal bi içecektir, geyik muhabbetiyle karışık bu fikri düşünüyorduk, şakayla karışık başlayan bu fikir devam etti ve neler yapacağımıza karar verdik, hem doğaçlama yapacaktık, hemde oyun çalışacaktık.

Bizden önce başka ekiplerde bulunmuş İrfan hafızın bizi biraz pişirmesi, gördüklerini anlatması gerekiyordu.

Bu sebeple liseyi bitiren Semih hafızın bi tercih yapması gerekiyordu, zor bi dönemdi ya burada kalıp bizimle tiyatro yapıp hayallerinin peşinden koşacaktı ya da başka bir şehire okumaya gidecekti, bizim için, bizimle birlikte çalışıp bu senenin sonunda konservatuvar sınavını denemek ve tiyatro masal ile sahneye çıkmak için gitmedi burada kaldı. Böyle anlattığıma bakmayın İrfan hafızın gece 12'de Semihlere gidip babasını Semih'in Eskişehir'de kalması için ikna ettiğini dün gibi hatırlıyorum. 

Diyeceksiniz koca adamı oğlunun arkadaşı nasıl ikna etti, ama bu İrfan hafız, bay bıyık, yeri gelince yaşından 10 yaş olgun davranabildiği için olayı halletti.

Sahneye çıkmak, oyunlar çıkartmak, ekip olmak kolay şey değildi, bunun için tiyatroya hevesli birkaç kişiye daha ihtiyaç vardı, fazla düşünmemize gerek kalmadı ve ekibimize, ekibin gülleri Derya ve Çağrı'da katıldı, birlikte aylarca düşündük, nereden başlarız nasıl yaparız diye, bol bol oyunlar izledik, atölyeler yaptık, bazen ne zaman sahneye çıkacağız diye sabırsızlandık, acele ettik. 

Derya ve benim üniversite sınavına hazırlanmamız da çok düşündürdü, ağır ders programları, kazanılması gereken bir sınav, etütler, ödevler... Ama vazgeçirmedi, bizde hayalimizi bırakmadık.

Öncelikle bir sahne gerekiyordu tabi. Eskişehir'de ki belediyelerin gençlik merkezlerini gezdik, kendimize çok uygun bir sahne bulduk ve anlaştık, artık sahnemiz hazırdı, sezon açılışı için çalışmaya devam ediyorduk. 

Bize bir de teknik ekip lazımdı, o da yılların ışıkçısı Cansu oldu. Ekip tam olarak oturdu.

Lakin...
Bu sezonun başında, hiç beklenmedik bir anda, henüz sahneye çıkma gibi bi düşüncemiz yokken, doğaçlama bir şekilde sahneye çıkma teklifi geldi, bizde doğaçlama ekibi değil miyiz dedik gittik ilk oyunumuzu oynadık, ardından bu teklif tekrarlandı ve bugün, yani 1 Ekim günü, ikinci oyunumuzu yine doğaçlama olarak sahneye koyduk. 

İlk oyunumuzu 23 ekim çarşamba günü olarak planlayan biz, ilk oyunumuzdan önce planda yokken, doğaçlama gelişerek 2 defa sahneye çıkmış olduk. 

Şimdi ise Tiyatro Masal, eğer spontane bir şekilde başka sahne teklifleri gelmezse 23 Ekim günü oynayacağı büyük sezon açılışı oyununa hazırlanıyor. 

Bu hevesi, bu isteği, bu masalı görmek-dinlemek isteyen herkesi 23 Ekim Çarşamba günü, akşam 19:30'da Tepebaşı Belediyesi 19 Mayıs Gençlik Merkezi sahnesine bekleriz! 


Bir masaldır tiyatro...

30 Eylül 2013 Pazartesi

Demokratikleşme yükleniyor...

Merhaba.

Bayadır yazmıyordum, uzun bi Akp'yi ayrıca Erdoğan'ı anlatan yazı hazırlıyorum. Ama Akp'nin uzun vaadede planlarını anlatmadan önce dayanamayıp günümüzde yaptıklarını bi yorumlamak istedim.

Hafızlar, bi'şey yapmalı

Tayyip Erdoğan bugün demokratikleşme paketini açıkladı, kimselere sormadan söylemeden gizli gizli yapıp edilen bu paket, bir ihtimal halka da iyi şeyler getirir mi diye düşünenler vardı.

Getirdi mi?

Ben söyleyeyim; hayır.

Yine kendilerine çalıştılar. 

En merak edilenlerden, seçim barajı hakkında yapılacak bir değişiklik bile yok, sadece 3 ihtimal varmış, biri kabul edilebilirmiş... Ufak bir özet geçip konuya gireceğim.

 Kabul edilirse seçim dar alanlara indirgenecek, ülke genelimde seçim barajı %8lere düşebilecekken, dar bölgede misal istanbulun bir seçim bölgesinde seçilmek için baraj %20'lere çıkacak...

En başından alıyorum konuyu, "demokratikleşme" paketi adında piyasaya satılan bu paketin tanıtımının yapılacağı basın toplantısına hiçbir muhalif basın mensubu ve muhalif gazete alınmadı, destur, bak adı ne, tekrar okuyoruz "demokratikleşme" nedir demokrasi, bunu başbakana ben anlatacak değilim, ironinin dibi dönüyor adeta.

Devamında ne oldu?

Sadece zaman gazetesi gibi cemaatçi ve akp'ye yakınlığıyla bilinen sağ görüşlü gazetelerin basın mensupları alındı, hadi şimdi muhalif basından biri bir şey der, Tayyip bozulur falan anladık lakin, yandaş basının soru sorması yasaklandı.

Abi olaya bakar mısınız bi, konunun adını tekrar düşünerek, bir daha süzgeçten geçirelim.

Paketin adı demokratikleşme
Muhalif basın, toplantıya alınmıyor
Toplantıya alınan yandaş basının soru sorması yasaklanıyor.

Hani sizin felsefeniz, görüşlerimizi hiçbir engel tanımadan ifade edebilmeliyiz ve tartışabilmeliyiz felsefesiydi.

Neyden korkuyorsunuz bu kadar?

Ben söyleyeyim.

Başbakan Tayyip, şimdiye kadar hiçbir konuşmasına hazır metin olmadan çıkmamıştır, bütün meclis konuşmaları dahil, mitinglerinin hepsi, uzmanlar tarafından hazırlanan hazır metinleridir. Yani toplumu etkileyebilecek, ikna kabiliyeti yüksek düzeyde cümlelerle dolu metinlerdir. 

Tayyip Erdoğan şimdiye kadar muhalif basına konuk olup bir programa katılmamıştır, katıldığı programlarda sorulacak soruları ve sorulmayacak konuları önceden belirtmiştir. 

İnanmayanlar, Erdoğan'ın mitinglerinde neden sürekli bir sağa bir sola bakıp bir şey okur gibi konuştuğuna cevap versin. Sağda ve solda iki adet ekrandan yazılar akıyor. Cihazın bir ismi vardı, unuttum şimdi.

Ama derler ki her görüş ifade edilmelidir, onlar bunu neden söyler hemen onu da açıklamak istiyorum dostlar.

Çünkü devlete karşı olan cemaatçi ideolojileri, yıllarca bu ülkede ağza alınması yasak şeylerdi, ulusalcı devlet varken, misal Atatürk hakkında olumsuz bir yorum yapmak istedikleri zaman "her görüş korkusuzca ifade edilebilmeli ve saygılı bir şekilde tartışılabilmeli" derdiler, sosyalistlere laf atacakları zaman bunu derdiler, ulusalcılara laf atacakları zaman bunu derdiler.

Devir değişti bunlar iktidar oldu devletin resmi ideolojisi bariz kemalizmden muhafazakarlığa kaydı, birden bu görüşleri silindi...

Sosyalistlerin bunları eleştirmesi hapis oldu.
Komünistlerin eylem yapması hapis oldu.
Gazetecilerin görüşlerini ifade etmesinin cezası hapis oldu. 
Yazarlar, yazacaklarından korkar oldu.

Devir değişti, güç ellerine geçince, baktılar ki her görüş ifade edilmese de olur dediler. 

Buna da ileri demokrasi dediler.

İyi bok yediler...

Görüşmek üzere. 

Unutmadan; 
"bi'şey yapmalı!"




15 Eylül 2013 Pazar

Hrant Dink suikasti ve 2007 olayları

Merhabalar.

Hrant Dink hakkında, biraz düşünmek ve gerçekleri görebilmek için rica ediyorum sadece sol kesim değil milliyetçi kesimde okusun, sorgulasın. Yazının sonunda muhtemelen hala düşünceleri aynı devam ediyor olacaktır, ama ben sadece sorgulamanızı istiyorum.

Arkadaşlar bugün 15 Eylül.
2007 yılında cemaatçi-milliyetçi güçler tarafından suikaste kurban giden güzel, aydın bir insanın doğum günü.

Kanıtın ne, devlet bu davada örgüt bulamadı derseniz, anlatacağım.

Bugün 15 Eylül demiştim.
Defalarca Türk'lüğe hakaretten yargılanan ama her zaman "Evet bu topraklarda gözümüz var, ama alıp gitmek için değil, gelip dibine girmek için." diye bas bas bağıran bir sosyalistin doğum günü.

Hrant bu ülkenin azınlık değerlerinden biriydi hafızlar, güzel insanlarından biriydi, güzel olduğu için öldürüldü zaten.

Öldürülmesi konusunda "oh çok iyi oldu çokta güzel iyi oldu" diyen azımsanamayacak kadar geniş bir kesim var, bir insanın arkadan "puştça" vurularak öldürülmesine, mutlu olabilen insanlar, şimdi milliyetçi-sağ kesimden ve "Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz piçsiniz" diyen kişilere soruyorum, beyler, siz kavga etmeyi iyi bilirsiniz değil mi? En azından kavga adabı diye bir şey vardır, bilirsiniz, arkadan vurmak nedir? Açıklar mısınız beyler...

Bunlar okumamış, cahil bırakılmış kişiler de değil, sakın öyle sanmayın bunlar bizzat çok okumuş kişiler, ama öyle ki beyinlerini uyuşturmuş, ya çıkar-para ilişkisi için kendilerini bir cemaate adamış veyahut başka bir kör ideoloji uğruna kendini adamış insanlardı bunlar, okumuşlardı, ama ölüme seviniyorlardı.

Şimdi devam ediyorum.
Katil kim, azmettiricisi kim bir bakalım.

Basit bir dedektiflik yöntemidir, cinayetin kimin işine yaradığını araştırır doğru ilerlerseniz katili bulursunuz.

Ogün Samast, cinayetin tetikçisi.
Yasin Hayal, azmettiricisi.
Yasin Hayal eski BBP üyesi.

Mafya olaylarıyla en yakın olan partiler bunlar, Mhp ve Bbp. 

İşin garibi, cinayetten önce Yasin Hayal partiden atılıyor...

Yasin Hayal'in babası cinayetten bir süre sonra açıklama yapıyor ve şöyle diyor; Tsk'dan bir Binbaşı'nın arayıp "Böyle bir evlat yetiştirdiğiniz için teşekkürler." Demiş kendisine.

Devlette Yasin'i ve Ogün'ü kahraman gibi göstermeye çalışmadı mı, ama biz yemedik.

Biz arkadan vuranların hesabını sormaya söz verdik, adalet aramaya söz verdik.
Çünkü, lütfen eğer tersini düşünen, milliyetçi görüşü olan varsa, lütfen şöyle sorgulasın olayı;
Bakın arkadaşlar, biz çoğunlukta yaşıyoruz ve azınlığa "pis, kaka" diyoruz, yıllardır bu tutumla devam etti ülkenin politikası, ve halkın içinede yansıdı bu görüşler. Şimdi lütfen, velev ki iddia edildiği gibi Hrant gerçekten Türk düşmanlığı yaptı ve ciddi manada "Türk kanı pistir, zehirlidir" dedi, bu onun bir sokak ortasında arkadan vurulmasını mı gerektirir? Ben şimdi "Ermeni kanı pistir" desem, öldürülmeli miyim, ve Hrant'ın ölümüne sevinenler beni de öldürmeye gelecekler mi? 

Şimdi hazırsanız...
Hrant'ın ölümünün arka planına bakalım biraz;
 
Baştan uyarıyorum, yazılanların hepsinin doğruluğunu istediğiniz yerden araştırabilirsiniz.

19 Ocak 2007 Hrant Dink suikasti Türkiye siyaseti için miladdı , Abd büyükelçisi Ross Wilson eski bir Amerikan mafya geleneğini tamamlamış ve cenaze törenine katılmıştı. Tezgah büyüktü...

Hrant Dink cinayeti Türkiye siyasetini baştan inşa etmek için bir başlangıç gibiydi, ardından Ergenekon başladı.

4 Mayıs 2007'de Tayyip Erdoğan dönemin Genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt'ı hizzaya çekti görüşmede bizzat Abd'nin istihbarat kayıtlarının Büyükanıt'a santaj olarak sunulduğu öğrenildi, ayrıntıyı bilmiyoruz ama mezara gidecek sır olarak belirlendi. 

Aynı dönem medyaya el konuldu, nisan 2007'de Sabah-Atv grubuna el koyuldu ve bizzat Tayyip ve Abdullah Gül'ün aracı olmasıyla bu grup Çalık Holding'e verildi. 

İrili ufaklı tüm medya ya seve seve, ya da Aydın Doğan'ın olduğu gibi ağır faturalar kesilerek hizzaya çekildi. 

Var mı buraya kadar sorusu olan? 

Devam hafızlar.

Yasin Hayal'e dönelim. Kendisi şöyle dedi;
"Devlet beni kullandı ve şimdi ortadan kaldırmak istiyor, Ramazan Akyürek, Muhittin Zenit, bu isimler kendilerini kurtarmak için beni yok edecekler"

Ve açıkca cemaatle ilişkili polislerle işbirliği içerisinde olduğunu itiraf etmişti.

Ben size tezgahın ne kadar büyük olduğınu göstermeye çalışıyorum sadece.

Sonra ne mi oldu?
Hrant Dink davası olayda bir örgüt bulunamadan sonuçlandı.

Bizde yüce Türk yargısına olan sonsuz inanç ve güvenimizle(!) bu karara inandık(!) 

Çok kötü...
Hrant öldüğünde ayakkabılarının altı delikti, yani burjuva değildi bu insan, yazardı, aydındı, ama zengin değildi.


"Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce."  - Hrant Dink 

Biraz düşünün. Bu ülkenin azınlıkları bizim düşmanlarımız değil, kardeşlerimiz, değerlerimiz, aynı toprağın insanlarıyız. Hrant bunu biliyordu. 

Görüşmek Üzere...




13 Eylül 2013 Cuma

Eylül ayı, Direnişin devamı.

Merhabalar. 

Bu yazımda 31 Mayıs'tan bu yana devam eden, Türkiye'de benzeri görülmemiş, "Haziran Direnişi" veya "Gezi Eylemleri" olarak adlandırılan direnişten, son gelinen durumdan bahsedeceğim. 

Bugün 13 Eylül , 3 ayı aşkın bir süredir düzenli olarak sokağa çıkan bir halk var, Ağustos ayında eylemler yavaşlasada, halk Eylül ayında direnmeye devam edeceğinin sinyalini vermişti...

Eylül çok hızlı başladı, Dünya siyaseti tarihinde de Eylül ayı çok direnişlere, çok olaylara sahne olmuş bir aydır, ve olan oldu Haziranda her gün sokakta olan halk, tekrar meydanlara çıktı. 



Ve maalesef direniş bir ölüm haberiyle devam etti, 22 yaşındaki Ahmet Atakan polis tarafından başına isabet eden gaz kapsülüyle öldürüldü!

Bir ailenin hayatı karardı, gencecik yaşta, daha geleceğe dair ne umutları belki ne planları olan bir genç fidan hayatını kaybetti, ölmeden önce facebook sayfasında yazdıklarıysa yürek parçalar cinsten; 

Çok yazık... 

Vali daha otopsi raporu yapılmadan damdan düşmüş olabilir dedi, tıpkı Eskişehir valisinin Ali İsmail Korkmaz hakkında "Provakasyon için arkadaşları öldürmüş olabilir" demesi gibi iğrenç bir şeydi bu da, üstü kapatılmaya çalışılan cinayetlerin ardı arkası kesilmiyor, devlet büyüklerimiz(!) hala Mısır'a ağlıyor...

Ağlayın! Sokaktakiler çapulcu zaten, sevilmemesi gereken 3-5 vatan haini sizin zihniyetinize göre, müslüman da değiller çünkü size göre bu ülkede müslüman olmak için Akp'ye oy vermek gerekiyor ya da belki Saadet partisine, tam olarak böyle değil mi? Alevilere ateist dersiniz, mezhepleri kabul etmezsiniz, nefret beslersiniz, sonra Yunus Emre'yi ve Mevlana'yı sahiplenirsiniz, Amerika ne derse yapar, Amerika bayrağına taparsınız, Dünya'nın en büyük gücü bizi ciddiye alıyor güçlünün yanındayız diye martaval okursunuz, kukla olmaktan vazgeçmezsiniz, hep Amerika'nın yanında kalacaksınız, çünkü siz ancak dayak yemeyeceğinizi bildiğiniz savaşlara girersiniz, bu yüzden hiçbir zaman anlamayacaksınız onurlu direnişleri. Ağzınız da iyi laf yapar, halka her şeyi çok güzelmiş gibi anlatırsınız.  Tuzunuz kuru gayet, bize vatan haini der sıyrılırsınız aradan...

Bu basit zihniyete hitap etmekten vazgeçeceğim, benim düşünmeyi kendine yasaklamış insanlara, bir şey anlatmaya çalışmam çok anlamsız. 

Nazım Hikmet Ran, yıllar önce söyledi bunlar için,

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim. 
Vatan çiftliklerinizse, 
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, 
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, 
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, 
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, 
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, 
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, 
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, 
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, 
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, 
ben vatan hainiyim. 
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla : 
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. 
  
 Ne güzel söylüyor, vatan Amerikan üsleriyle ben vatan hainiyim diyor.

Saygıyla anıyoruz...

Konuya dönüyorum,

Eylül direniştir. Ekim ise Dünya'da ki en büyük sosyalist devrimin yapıldığı aydır, unutmadan, bilmenizi isterim ki Dünya üzerinde Akp hükümeti şu an tamamen yalnız, sağa sola kendini yamamaya çalışıyor, Amerika'da memnun değil ve her an fişini çekebilir, ama önce yeni bir insan yetiştirmeleri lazım, Tayyip'i nasıl yetiştirdiyseler, yerine birini bulacaklardır.

İsterseniz size Tayyip'i keşfeden ve yetiştiren adamı göstereyim.

 
İşte bu görmüş olduğunuz yüz.

Bu amcanın adı Morton Abramowitz.

Kendisinin Türkiye'nin kaderi üzerinde çok büyük etkisi var. ABD'nin Türkiye Büyükelçisi olarak görev yaptı, Tayyip'i keşfetti Yahudi lobisiyle , Beyaz Saray ile görüştürdü, çıkar ilişkileri doğrultusunda satın aldı.

Başka bir yazıda bu konuyu uzun uzadıya anlatabilirim, şimdilik asıl konudan sapmayalım.

İşte bizim hedefimiz, bu kukla kişilere memleketi bırakmamak olmalıdır, bu direniş için insanlar canlarını veriyorken bizim evde oturmamız ihanettir, çıkacağız,  direneceğiz, elbet kazanacağız. Pes etmediğimiz sürece kazanmak için çok büyük bir şansımız var.

Umutla...

Görüşmek üzere...

 



1 Eylül 2013 Pazar

Kapitalizm nedir? İçinde yaşadığımız düzen.


Merhabalar.

Bu yazımda, kapitalizmden bahsedeceğim, yani çağımız dünyasına egemen olmuş ekonomik-siyasi sistem. Elimden geldiği kadar hafif, anlaşılabilir bir dille yazacağım, yani bu yazı bu defa gündem konularından uzak genel bir siyasi konu üzerine olacak, yaşadığımız veyahut yaşatıldığımız bu düzeni iyi öğrenmenizi isterim, hatta bu yazıyı okuduktan sonra hemen inanmayıp, başka yerlerden de okuyun, araştırın, başka bir şeye gerek yok, şimdi benim açımdan kapitalizm nedir ne değildir merak edene;

İçinde bulunduğumuz düzen: Kapitalizm

Şimdi öncelikle ders kitabı tarzındaki tanımımızı yapalım, şöyle ki; zengin ya da fakir, sarı, beyaz ya da esmer olsun insanlar her yerde yaşamak için gereksindikleri şeyleri üretmek ve bunların dağıtımını yapmak zorundadır, içerisinde bulunduğumuz üretim ve dağıtım sistemine kapitalizm denir.

Şimdi ne dedik? Üretmek ve dağıtmak.
Üretmek ve dağıtmak için 2 temel unsura ihtiyaç vardır. Bunlar;

 1-Üretim Araçları
 2-Emek (Yani gerekli malları üretim araçları üzerinde gücünü kullaranak üretecek insan-işçi.)

Kapitalizmi eleştirdiğimiz en önemli nokta şudur, kapitalizmde üretim araçları devlete değil bireylere aittir. Bu en önemli konudur, sıkıcı gidiyoruz evet ama dikkatinizi çekmek isterim çünkü kapitalist toplumda üretim araçlarına sahip olup olmamanız sizin toplumdaki konumunuzu belirler.

Yani diyorum ki hafız, paran varsa saygın adamsındır, bu kadar basit.

Devam edelim,

Kapitalist sistemde üretim araçlarına sahipseniz çalışmadan yaşayabilirsiniz. 

Lakin, işçi sınıfına dahilseniz ; çalışmadan yaşayamazsınız. 
Patronunuzun cebini doldurmak için daha çok çalışır, daha az para alırsınız, çok daha az para alırsınız, zar zor karnınızı doyuracak kadar az...

Bu nedenle kapitalist sistemde gelir dağılımının mantık hatasını biraz olsun anlatabilmişimdir umarım.
Yani kapitalizm derin sınıf farkları olan bir düzen yaratır, insanları ayırır-böler.



Kapitalizm piramidi.


Devam ediyorum, dikkatleri uyandıralım.
Şöyle bir de durum var ki kapitalist sistem insan için gerekeni değil, daha çok paraya satacağı malı üretir, buna özendirir, halkın büyük bir kısmı bunları almak için uğraşırken, zenginlerin yani üst sınıfların paraları bitmeyecek kadar çoktur çünkü her gün onlara para kazandıran işçileri vardır.


Şimdi çok önemli bir noktaya daha dikkat çekeceğim.
Kapitalist sistemin çok büyük bir açığı;

Kapitalizmde patronlar kar sağlamak için, işçilerine olabildiğince az para vermek zorundadır.
Lakin;
Kapitalizmde patronlar ürünlerini satmak için, işçilerine olabildiğince çok para vermek zorundadır.


İşte size "ibretlik mantık hatası"

Gelelim sömürgeciliğe, bunu bir öykü gibi anlatmak istiyorum.

Kapitalist sistemin doğduğu noktalarda sanayinin çok fazla gelişmesi üretilen malların ülkedeki tüketimden çok fazla olmasına neden oldu, yani şöyle düşünün, üretiyorsunuz üretiyorsunuz eyvallah bütün ülke almaya başlıyor, derken o kadar fazla üretiyorsunuz ki artık halkın tüketiminden daha fazla üretmeye başlıyorsunuz, bu durumda kapitalist düşünce zarar yapmamak için bu elinde kalacak malları dışarıya satmayı düşündü, yeni pazarlar bulmalıydı, hemde bulduğu pazarlarda hiçbir mal üretilmemeli, o ülke geri kalmalıydı ki kendi ürünleri satılabilsin, kendisi kar yapsın.

Hadi hayırlı uğurlu olsun, nur topu gibi Emperyalizm doğdu. 





Emperyalizm savaştır, emperyalizm hem bağımsızlık için direnen halkları ortaya çıkaracaktır, bu nedenle ilk savaşa neden olacaktır, bunu tarih sahnesinde pek çok defa gördük.

Peki ya daha büyük bir savaş? İki kapitalist ülkenin sömürecek yerleri paylaşamaması, çıkar ortaklıklarının bitmesi noktasında karşı karşıya gelmeleri, bunlar Dünya savaşlarını doğurur bunlar kimyasal silah kullanılacak savaşlar doğurur, kapitalizm, emperyalizmi getirmiştir, emperyalizm savaşı getirmiştir. 


Şimdi eğer buraya kadar sıkılmadıysanız ve hala okuyorsanız, size bir sorum olacak sabırlı okur, insanlığın üretme gücündeki bu artış, fakirliğin ortadan kalkmasına neden olmalıydı, değil mi? Yanlış mı düşünüyorum yoksa?

Ama maaalesef kapitalizm bu sonucu yaratamamıştır, kapitalizmde bolluk içinde açlık vardır, sefillik vardır.

Kapitalizm verimsiz bir sistemdir çünkü insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenmek yerine gitgide artan fiyatlarla ve karla ilgilenir.

Milyonlarca aç insan yeteneklerini veya güçlerini yaşamaya yetecek kadar bir şeyler elde etmek için kullanma fırsatı ararken, bu sistemde çalışmanın ne olduğunu bilmeyen, çalışmaya dair bir istekte bulundurmayan bir takım insanlar, üretim araçlarına sahip oldukları için lüks içinde yaşarlar. Sadece biraz daha şanslılar değil mi? Tabiki ya, şans, başka ne olabilirdi.

Hafızlar, kapitalist sistem üretimi herkesin gereksinmelerine değil azınlığın kar-çıkar planlarına göre düzenlediği için akıldışıdır, zaten daha çok kar yapmak için emperyalizmin doğduğundan bahsetmiştik.

Özetle böyle, kapitalizmde paran varsa mutlusundur, fabrikan varsa mutlusundur, fabrikada işçiysen, hayatın çok zordur. Yeteneklerin ve becerilerin onlar için önemli değildir, seni koyunlaştırmak isterler.

Senin ağaçlarını kesmek isterler, oraya AVM yapıp para kazanmak için.

"Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser." - Karl Marx

Soru sorabilirsiniz, iletişime geçebilirsiniz.

Öperler. Kendinize iyi bakın.

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Leyla ile Mecnun neden kaldırıldı?

Merhaba.

O kadar öfke doluyum ki yazıya nasıl ve nereden başlasam hiç bilemiyorum, güzelim diziyi, ailemizin dizisini yayından kaldırdı TRT, hı TRT bu kararı elbette kendi başına vermedi bizde biliyoruz, size şimdi Akp'nin yaptığı-yapmak istediği şeyleri ve üzerimizde oluşturmak istediği baskıdan biraz bahsedeceğim.

Leyla ile Mecnun dizisinin oyuncuları Gezi Parkı olaylarına-eylemlerine destek vermişti ve eylemden bazı fotoğrafları basına çıkmıştı, aradan biraz zaman geçti dizi oyuncuları yeni sezonda devam edeceklerine dair henüz bir bilgi almadıklarını söylediler. Buraya kadar biraz umutluyduk, ardından TRT'nin reyting istediği bilgisi çıktı gündeme, Dünya'nın tanıdığı bu diziden gelen reytingi yeterli bulmuyordu TRT yetkilileri.

Şimdi Dünya Leyla ile Mecnun'u nasıl tanıyor ona bakalım ve reyting saçmalığını açığa çıkartalım. 

Uluslararası film eleştiri sitesi Imdb'de 15.098 oy üzerinden 9.3/10 puan alan Leyla ile Mecnun sitenin en iyi televizyon dizileri listesinde ilk 10 içerisinde yer almıştır. Şimdi TRT neyin kafasını yaşıyor Allah aşkına bir düşünelim.


Ne yaptı bu adamlar, dizinin oyuncuları, gerçek hayatlarında, yani diziden bağımsız birer birey olarak yaşarken, eylemlere katıldılar, hükümete tepki gösterdiler değil mi?


Peki bu ne demek? Bu şu demek;


"Eğer siyasetle uğraşır, bizi eleştirirseniz, ekmeğinizi elinizden alırız. Dizinizi kapattırırız, aç kalırsınız" 


İşte AKP faşizmi tam olarak bu cümleyi kuruyor. 


Akp hükümeti, düşünelim, eleştirelim, eylem yapalım istemiyor. Apolitik bir nesil, sesi çıkmayan bir nesil yetiştirmek istiyor. 

Ortadoğu'ya bakın. 

Kuruluyorken yeni dünya düzeni, bizim geleceğimiz enkaz altında. 


O gemi bir gün mutlaka gelecek. Leyla ile Mecnun'u seviyoruz. 

Görüşmek üzere. 



19 Ağustos 2013 Pazartesi

Eskişehir'den Antalya'ya 12 saat

Merhaba arkadaşlar.
Komikli bir hikayeyle buradayım, birazdan sizlere Eskişehir'den Antalya'ya 12 saatte varmayı nasıl başardığımızı anlatacağım. 

Komikli dedim, aslında acıklı da olabilir. 12 saat otobüs yolculuğu ne demektir ya, bence gayet acıklı.


Hazırsanız anlatıyorum.

Semih ben ve İrfan Antalya/Alanya'da ki otelimize gitmek için tatil turunun ayarladığı otobüse gece 12 gibi bindik, sağdan soldan duyduklarımız ve tahminimiz üzere saat 7 gibi Antalya'da olurduk 7:30 gibi otelimizde olurduk.

HEE OLDUK YA. 

Aslında ama her şey iyi gidiyordu, geyik muhabbetler falan iyi hoş. 

Hatta Afyon'da mola verdiğimizde Erzincan'dan Kars'a giden sayın yolcularımız diye bir anons duyduk... Hala Erzincan'dan Kars'a giden o sayın yolcuların Afyon'da ne işleri olduğunu çözemedik, turları fena kandırmış galiba. 

Abi neyse iyi güzel devam ediyoruz sabah olmaya başladı biz hala çevre yollarındayız şehire dair herhangi bir görüntü yok, şöför dayın işi ciddiye almış, baya yerdeki taşları sayıyoruz ya 30la gidiyoruz, saat 8 oldu, saat 9 oldu... 

Antalya tabelasını gördük sonunda, lakin işin kötüsü Alanya'ya gidecektik daha... Ama onun içinde Side'ye uğrayıp diğer otellere müşteri bırakılacakmış..

LAN? Yollara doyduk ya. 

Git babam git yollara doyduk ya. 

Bir de tur en sona bizim oteli bırakmaz mı? Şu kadar diyorum otele girdiğimizde bırakın yüzmeyi eğlenmeyi, yürüyecek halimiz yoktu, göt metrekare koltukta 12 saat yol geldik, Gölbaşından Antalyaya 4 saatte gider mi bir otobüs ya. El insaf lan.

Hı biz birde Gölbaşındayken tamamdır Antalya'ya az kaldı yemek yemeyelim zaten açık büfesi cartu curtu olan ultra herşey dahil otele gidiyoruz diye düşündük, süper zekayız ya, ama ne bilelim şöför dayının 30la gideceğini, aç kaldık yollarda.

12 saatte varya,  Hakkari'den yola çıksan Bulgaristan sınırına varırsın ya.

12 saat nedir ya. 

He sonra noldu 1 haftalık tatilin ilk günü komple uykuya gitti. He bunun birde dönüşü var, o daha fena 13 saat sürdü Eskişehir'e gelmemiz. 

Tur bize 7 gece 8 gün demişti 8. Günün ne demek olduğunu anladık 12şer saatten 1 gününüzü öyle alıyorlarmış zaten. 

Neyse, tatil maceralarıyla tekrar gelirim, şimdilik öperler.

8 Ağustos 2013 Perşembe

İyi bayramlar Türkiye

Bu toprakların, Anadolu'nun ve güzelim Anadolu insanının bayramları ne kadar güzel ve tatlı, olay inanan için ayrı bir anlam ifade ederken, inanmayan da bu sevinci paylaşıyor, umutsuz olan umut buluyor, tutunacak bir yer arayan, bir iki tebessüm eden yüz görüyor, kimse benim bayramım değil deyip kenara çekilmiyor, inanan da inanmayan da çocuklara şeker veriyor, gülsünler diye, parası varsa harçlık veriyor, bir gazete almak için girdiğin tekel bayii sana şeker ikram ediyor, sokakta gördüğün beyefendi amcaya, iyi bayramlar amca desen, elini başına kaldırıyor gülümsüyor, ya da sen sadece yürüyorsun o sana iyi bayramlar diliyor, hiç görmediğin, bayram saati çalışmak zorunda olan işçilere iyi bayramlar dediğin zaman gülümsüyorlar, karşılık veriyorlar, bayram kültürü bu topraklarda çok gelişmiş, kimse kimsenin siyasi görüşüne dini inancına bakmıyor, iyi bayramlar diliyor, tatlı ikram ediyor, gülümsüyor, her zaman olması gereken şeyleri birkaç günlüğüne olsun yaşıyoruz bayramlarda, hep böyle kal Anadolu insanı. 

Keşke hep böyle kalabilsen Türkiye.


5 Ağustos 2013 Pazartesi

Ergenekon Gerçekleri, Silivri ve Kararlar

Bugün 5 Ağustos 2013 

Ve Türkiye tarihinin intikam dolu günlerinden biri. Bugün bir ideoloji diğer düşman ideolojiden çok büyük bir intikam aldı, bakın bu bariz bir intikamdır.

Ergenekon davası, duruşması, dosyası her neyi varsa, Akp'nin kendi diktatörlüğünü oluşturmak, oluşan gücünü sağlamlaştırmak amacıyla ortaya atılmış şeylerdir, bunu bu ülkede vicdanı olan herkes kabul etmiştir. 
Sosyalistide, liberalide, komünistide, askeri sevende, askeri sevmeyende kabul etmiştir. 

Çünkü ne olduğu bilinmeyen bu dava yüzünden ne yazarlar ne gazeteciler ne askerler içeri alınmıştır, hepsi bu terör örgütüne hizmet ediyormuş meğerse... 

Ben demiyorum, mahkeme diyor "terör örgütü" ifadesini, bugün kararlar açıklanırken sanıklar Ergenekon Terör Örgütü'ne mensup olmaktan yargılandı, müebbet yedi.

Peki, soralım, bu terör(!) örgütünün bir kaç eylemini göstersinler bize?

Ne yazık ki şu an Akp hükümeti, TSK'dan öyle bir nefret ediyor ki, bu nefret bölücü güçlere duyduğu nefretten daha yüksek. İşte bu yüzden intikam dedim yazının başında, bakın size şimdi bir twitter fenomeninin yazısını gönderiyorum, eminim biraz daha iyi anlayacaksınız; 

  

Çok yazık.

"Bir topluluğa olan kininiz, sizi sakın adaletten alıkoymasın!" - (Maide/8)

Sürekli, kemalistler ve asker zamanında bize zulmetti diyorlar. Bugün devletin, sahte belgelerle insanları yapmadıkları işlerle ilişkilendirmesine alkış tutanlar, yarın bu olanlar başlarına gelince ağlamasın. 

Bu öyle bir nefret ki, 13 yaşındaki kıza tecavüz eden insanlara verilen cezaları topluyorsunuz, yine bu suçtan bugün ceza yiyenlerin biriyle bile eşit olmuyor, çok yazık.

Bir zamanların intikamını, saçma dosyalarla, yalan belgelerle, şimdiki insanlardan almaya çalışmak... Nerede vicdanınız? 

Ama bugün tekrar tekrar anladık ki, hukuk iktidarın fahişesiymiş. O ayeti, intikam duygusuyla yanan islami kesim için bir kez daha paylaşmak istiyorum, ve şunu belirtip yazıyı tamamlayacağım, bu ülkedeki en büyük sorun, Ergenekon değil Nurgenekon'dur

"Bir topluluğa olan kininiz, sizi sakın adaletten alıkoymasın!" - (Maide/8)



4 Ağustos 2013 Pazar

3 lira için dayak yenir mi? İstanbul olayları vol.1

Yine komikli bir hikayeyle burdayım.

Geçtiğimiz futbol sezonu, bir Fenerbahçeli olarak Fenerbahçe-Benfica yarı final maçına fanatik Fenerbahçeli arkadaşım Alper ile gitme kararı almıştık. Vakit yaklaştı biz biletlerimizi falan ayarladık, ben maçtan iki gün önce İstanbul'a gittim, Alper'de maç günü gelecekti. O sıralarda Semih'te ailesiyle İstanbul'daydı. Atladı o da geldi, ki gelişinde yaşanan olayları anlatsam bu yazı 3 katı uzar, unutturmayın, başka bir yazıda onu anlatırım.

Devam ediyorum.

Maç günündeyiz. Kadıköy sokaklarında geziyoruz maç saatini bekliyoruz, bu sırada Semih Alper ve benim bir ortak noktamız, üçümüzde tiyatroyla bir şekilde uğraşmışız, uğraşıyoruz falan. Ben Kadıköy'de Müjdat Gezen Sanat Merkezi olduğunu biliyorum, dedim gidip orayı gezelim bakalım, olur dediler kalktık gittik.

Kapıdan girdik abi, müze gibi bir şey gördük bakıyoruz falan, üst kattan bir kaç ses geldi, ses "aşağıda birileri var, geziyorlar" diyordu. Allah Allah. Zaten onu duyunca bi suçluluk psikolojisine girdik, hadi oğlum gidelim kovulmadan falan derken birimiz buranın sahnesi nerede acaba ya? diye bir soru attı ortaya, bak sen. Oğlum ne kafa kurcalıyorsun, merak uyandırıp aklımıza giriyorsun, biz de deliyiz ya, kalktık uyduk anında, sahneyi bulmaya çalıştık, merdivenlerden bir yere aşağı doğru indik, baya karanlık bir ortam, aha bi baktık sahne girişi yazıyor, Alper sessiz sessiz içeri doğru girerken yukarıdan gelen sesi abartısız aynen aktarıyorum, hızlı bir şekilde, kızarcasına bir tonda "gençler gençler sahneye girmeyin kameradan izliyorum sizi çıkın ordan" yahu adam bunu öyle bir tonda söyledi ki, sahneye bomba düzeneği kurup çıkacak olsak bu kadar korkmazdık, koşarak kaçtık mekandan, ama nasıl kaçtık sanki Müjdat Gezen'i protesto eden 3 genç sahneye girip eylem yapacaktı lan. Neyse.

Derken maç saati gelmişti, artık stada doğru gidiyorduk. Aha asıl olay burada başlıyor işte.

İnsanların eline bir şey tutuşturup zorla satmaya çalışanları bilirsiniz, bildiniz.

Onlardan biri, bileklik satıyor. Tutuşturdu elime bilekliği alda al , illa al. Yok dedim abicim almayacağım, bozuk param yok falan diye bahane atarken adam tamam bozarız ver 5 lira al şu 3 lirayı dedi ve elime 3 lira tutuşturdu, o sırada yandaki arabalardan biri trafikten dolayı durur haldeydi, camını açıp bizim satıcı elamana seslendi , eliyle gel buraya dedi, eleman benim elimdeki satacağı bilekliği alıp arabaya koştu, istekli bir müşteri çıktı sanıyordu, buyur abi 2 lira falan demesine kalmadı, adam "sen niye çocuklara zorla bir şeyler satmaya çalışıyorsun lan" diye bağırdı, aha dedim tamam yırttık, şöför bize eliyle gidin gidin diye işaret yapıyordu, avcuma baktım, satıcının koyduğu 3 lira duruyor, Alper'e baktım, Semih'e baktım.... Lan bi onlar mı uyanık dedik, haydi topuk.

Hızlıca yürüyerek uzaklaşmaya başladık, baya adam bize bir şey satmaya çalışıp 2 lira kar edecekken, biz 3 lira kar etmiştik ve maça girmek için yürüyorduk. Allahım nasıl gülüyoruz varya 3 lira değil 30000 TL almıştım sanki adamdan, demediğimizi bırakmadık adama, "hahahaahahaha gerizekalı ya bak 3 lirasını kaptık hahahaha mal ya hahahahaha" 3 lira lan alt tarafı.
Ama beleş sirke baldan tatlıdır ya işte, adam benden para alacakken ondan para almam fena mutlu etmişti bizi.

Lakin o korku dolu ana kadar...

Ben o parayla çoktan döner yemiş maça girmeye hazırlanırken, esmer, kirli sakallı 3 numara saçı olan iri yarı bi herif Semih'i kolundan tuttu, "siz ne arıyorsunuz lan burada, siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz" dedi.

Yuh.

Adam 3 lira için 10 dakika peşimizden gelip bizi takip mi etmişti amk?
Baya Semih ve Alper'e baktığımda onlarında öyle sandığını anladım, fena korkmuştuk bir şey diyemedik. 3 lira için sopa yiyecek olmak çok kötüydü onu düşündüm sadece.
Semih içine çok sessiz bir şekilde "bir şey aramıyoruz abi" dedi, her an "abi vallahi 3 lirayı o aldı hemde onunla döner yedi benim bir suçum yok" diyebilecek bir şekilde bakıyordu.
Ardından adam "siz Eskişehir'li tiyatrocu değil misiniz" diye devam etti, e yuh yani, iyice tırsmıştık, bileklikle bir alakası yoksa bile adam bizi tanıyordu ve gayet dövecek gibi konuşuyordu.

E-evet abi falan derken adam yumuşadı güldü falan meğer şaka yapıyormuş amk. Lan öyle şaka mı olur. Altımıza sıçıyorduk, bi arkadaşımızın abisiymiş, Eskişehir'de bizim oyunlardan birini izlemiş oradan tanımış. Gerçi önceki olaydan haberi yok tabi, bilmiyor ki böyle bi ekşın yaşamışız 3 lira için kaçmışız falan, adam da bize bi şaka yapmak istemiş... He çok güldük. Bak yine sinirlendim...

Neyse. Bu İstanbul olaylarına vol 2'de devam ederim. Şimdilik yeter.

Öperler.

Stadyum Yasakları üzerine

Öncelikle konunun ana temasını ve fikrimi apaçık belirtmek istiyorum ki, lütfen, ne olur; futbolu, futboldan anlayanlar yönetsin. 

Stadyum yasakları gündemde şimdi, her zaman düşündüğüm gibi, televizyonlara-gazetelere değil, partilerin, ideolojilerin görüşlerine değil, kendimiz düşünmeliyiz. O yüzden bu yazıda size doğruları söylemek değil amacım, yanlışları belirtmek, sonrasında herkes kendi doğrusunu bulur zaten. 

Stadyum yasaklarının bazı maddeleri; stadyumda içki satılmayacak, localarda bile bu engellenecek, saha içinde ve dışında artık kolluk kuvvetleri görev yapacak, görev alan özel güvenlikler içinde ayrıcalıklı sertifika istenecek, holiganlara özel takip ayarlanacak vs. Ama en bombasını sonradan attılar ortaya; siyasi slogan ve muhalefet tribünlerde yasak. 

Bak sen şu işe, şimdi bu acizlik değilde nedir, şimdi bu faşizm değilde nedir, sevgili kardeşim, elini vicdanına koy, oraya gelen adam koyun mu, oraya gelen taraftar robot mu, o da insan, onun da fikirleri var, şimdi o taraftarlara "her yer Taksim, her yer direniş!" demek yasaklandı ya, o taraftarı kışkırtmış olmayacak mısın, adam "madem yasak, inadına bağırırım lan, bu ne saçmalık" diyerek, unutmuş olsa bile senin yüzünden bağıracak stadlarda, futbol farklı bir şeydir, futbol siyasetten ayrılamaz, Kurtuluş Savaşı zamanında bile Fenerbahçe-Galatasaray-Beşiktaş düşman kuvvetlerin takımlarıyla futbol maçı yapıp, onları sahada rezil etmek için uğraşmadı mı, futbolcuların kulüp yetkililerinin savaş sırasında ülkesine yardım etmek için uğraştığını görmezden mi geleceğiz, yoksa Amerikalılar gibi futbolu, sporu sadece kitlelerin beynini uyuşturmak ve kitleleri oyalamak için ortaya atılmış bir oyun olarak mı göreceğiz? 

Şimdi en merak ettiğim soru geliyor, peki bu taraftar grupları Akp lehinde slogan atsa, "dik dur eğilme, türkiye seninle" gibi bağırsaydılar, yine tezahurat yasakları gündeme gelecek miydi? 

Ama o sloganları sen Kazlıçeşme'ye 30 lira karşılığı topladığın kişilere attırırsın be canım. Cidden yok öyle bir Dünya.

Ki bazı taraftar gruplarının gerçekten siyasi bir yönü var buna en yakın örnek çArşı ve soL açık. Biri Beşiktaş'ın biri Fenerbahçe'nin taraftar grupları, biri siyasi konularda hep mazlumun yanında, bir duruşu var, diğeri zaten belli bir ideolojiye yakın taraftar tarafından oluşturulmuş. Kitleler bir şey diyecekse, engelleyemezsin, onlar stadda bağıracak, futbolun kültürüdür bu, saçma işler yapmayın Allah aşkına, sonra da "cehape zihniyeti" diye gezip durursunuz, herkese faşist damgası vurursunuz, en büyük faşistliği yaparsınız, kitlelerin düşüncelerini tek yumruk olup haykırmasına engel olmaya çalışırsınız, kitapları delil gösterip, posterleri delil gösterip insanları içeri alırsınız. Herkes sizi sevmek zoruna değil, size karşı olanları görmezden gelemezsiniz beyler. Biraz mantık. 

Şimdi o taraftarlar, size inat bağıracak;

"HER YER TAKSİM, HER YER DİRENİŞ!"

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Ankara ve Tolga Çevik

Şimdi sizinle çok acıklı bir hikaye paylaşacağım, o nedenle bu satırları okuyan her şahsiyetin yanına bir-iki selpak bulundurmasını nacizane reca ediyorum.

Mendiller hazır mı? başlıyorum. 

Sene, geçen sene. 
Aylardan Ekim. Tolga Çevik'i ve onun meşhur Komedi Dükkanı programını hepiniz bilirsiniz , duymuşsunuzdur. İşte ben onu pek bi severim, tiyatrodan canciğer dostum Semih'le Komedi Dükkanı'nın 13 Ekim 2012 günü Ankara'da sahne alacağını öğrendik. 

Allahım nasıl sevinmeler, nasıl böyle bi mutluluk pozları, e adamı seviyoruz canlı izleyeceğiz falan, lafı uzatmayacağım çünkü ağlamaklı bölüm burası değil. en kısa sürede biletleri ayarladık, hızlı tren biletimizi aldık falan derken 13 Ekim günü geldi çattı. Öğlen bindik trene yaklaşık 2 saat sonra Ankara merkezdeydik, bir kaç tanıdık sağ olsun bizi biraz gezdirdi falan, oyun saati geldi. İşte ağlamaklı bölüm az biraz burada başlıyor canlar.

Dakika 1 gol 1 
yanıma gördüğü herkesle muhabbet etmek isteyen, muhabbeti iğrenç, ve bir o kadar da iğrenç kokan bir adam oturdu. Yav kardeşim yanına otururken nezaketen bir "merhaba" dedim diye, kaç yıllık arkadaşmışız gibi her espriden sonra bana bakıp güldüğümün onayını alman , espriyi değerlendirmen, ikili diyaloğa girme çabası falan, amk evladı bak sinirlendim yine ya. Her neyse hüngür hüngür ağlanacak bölüm burası değil. 
Az kaldı geliyo.

Şimdi başlıyoruz, biz içeri sahneye girerken, yanımızda doğal olarak 2 adet pek tabii fotoğraf ve video çekebilen telefon vardı, biz yinede gizlice bir dijital fotoğraf makinesi sokmayı da başarabildik, güvenlik görevlisi cebimde duran koca fotoğraf makinesine, "telefon mu bu" demişti, he deyip geçmiştim. 

Lakin biz gerizekalılar, her ne kadar "çıkışta gidelim kulise abi. kırk yılda bi gelir böyle şans, tanışalım adamla" gibisinden muhabbetler çevirsekte, oyun esnasında video çekmekten elimizde olan 3 teknolojik aletinde sarjlarını bitirdik... Ardından oyun bitti, hayatımda o denli çok az sefer gülmüşümdür, gerçekten ağzımız kulaklarımızda çıktık salondan. 

Şimdi artık bizim kafada gidip Tolga Çevik'le konuşmak var işte bizimde oyuncu olduğumuzu anlatmak bir iki sohbet olmadı bir çay (adamında hiç işi yok zaten) içeriz falan.

 Salondan çıktık abi, kulisi bulmaya çalışıyoruz acaba ne tarafta kapısı , bu adam sahneden nasıl çıkacak diye düşünüp salonun dış çevresinde 3,4 tur attıktan sonra böyle ağaçlıklar arkasında, bir kapı ve kapının yanında siyah bir minibüs tarzı araba gördük (ben şimdi marka bilmem ama lükstü tabi amk minibüs değildi) aha dedik oğlum buradan çıkacak galiba, gittik önünde 40,50 kişi falan var. 

Bekliyoruz, 10 dakika oldu, yarım saat oldu, 45 dakika oldu derken içeriden bir görevli çıkıp beklemememizi, oyuncunun yorgun olduğunu bu kadar kişiyle fotoğraf çekinemeyeceğini falan söyledi. Eyvallah diyen bir grup, söylene söylene (yav siz neydiniz, siz ne ara böyle oldunuz) olay yerinden uzaklaştı, yaklaşık 15,20 kişi kalmıştık. Biraz daha bekledik ve ardından adam tekrar çıkıp, eğer sırayla çekinecekseniz olay çıkartmayacaksanız sizi içeri alırım falan dedi. He sanki Tolga Çevik'i öldürmek için bekliyoz orda amk. 

Heh işte orada bizim jeton düştü, o ana kadar umutsuzca bekleyen biz, artık içeri girip Tolga Çevik'le fotoğraf çekinip bir iki konuşacak olmanın sevincini yaşarken... 

Lan oğlum neyle fotoğraf çekinecez? 

Telefonların ikisininde sarjı tamamen bitmiş %0 , bir tane dijital makinemiz var o da bitik. Hasiktir düşün düşün, derken abinizin aklına enfes bir fikir geldi, orada bizim gibi bekleyen bir kişiden rica edelim, facebook adresimizi verelim, fotoğrafımızı kendi telefonundan çekip bize yollasın. Nasıl ama, süper değil mi?

NAH SÜPER.

Çok güzel bir çift bulundu.
Rica edildi.
Severek kabul ettiler.
O fotoğraf çekildi. 
Kulisten çıkıldı.
Rica ettiğimiz adama isimlerimiz facebook adreslerimiz verildi. Üstüne profil fotoğrafımızda ne olduğu bile söylendi.
Adam tamam dedi, siz eve gidene kadar yollamış olurum dedi. 

Nasıl mutlulukla, zıplayarak, bağırarak eve koştuk varya... 

10 AY OLDU!

O fotoğraf hiç gelmedi...

Ankara'da o gece Semih'in dayısının evinde kalacaktık, eve gidip, heyecanla bilgisayarı açıp facebooka girince 1 yeni mesaj bildirisi görüp. Tolga Çevik'le olan fotoğrafımızı bekleyen biz, hiçbir bildirim göremedik. Bırakın öyle bir fotoğraf var mı ondan bile emin değiliz çünkü "abi nasıl çıktık. İyi miyiz ya, güzel mi, bulanık değil demi" diyerek bakmadık bile, sen bize gönderirsin dedik. Nasıl güvendiysek, ama el mecbur naparsın.

Ankara'dan Eskişehir'e dönüş yolunu anlatamam size sevgili okur, her dakika geyik muhabbeti yapan, gülmelere doyamayan Semih ve ben o 2 saat boyunca hiç konuşmadık, sürekli telefonda facebook mesajlarını güncelleyip durduk. İçimizde hep ukte olarak kaldı o fotoğraf, günlerce düşündük neden atmadı diye, oysa gayet bulabilirdi benim adımda başka hiçbir kullanıcı yok feysbuk aleminde. Koca ülkede zaten "Furkan Tuğrul Akbulut" adına sahip bir ben varım. O çiftin Tolga Çevik'le olan fotoğrafınıda ben çekmiştim, acaba bulanık çektimde gıcık olup bize göndermediler mi diye düşündük, yolda öldüler mi diye düşündük, yanlışlıkla sildiler mi diye düşündük ama her şeye rağmen ölmediyse eğer, adımızı notlara kaydettiğini görmüştüm. Bi mesaj atıp böyle bir aksilik oldu fotoğrafı atamadım diyebilirdin pezevenk. Duygularımızla oynadın! Eğer bir gün o fotoğraf gelirse bu sefer de ben bakmayacağım amk... 
 
İşte şimdi ağlayabilirsiniz...

Öperler. 

2 Ağustos 2013 Cuma

SA

burdanda eksik kalmadık çok şükür. ne güzel teknolojilerimiz var. 

burayı açarken ilk olarak ne hakkında yazacağımı, nelerden bahsedeceğimi, nasıl bir üslup takınacağımı falan bi yaklaşık 3 saniye düşündüm, sonra dedim kitap yazmıyoruz amk neyin kafası bu. ciddiyete gerek yok. 

az biraz siyaset yaparım herhal, biraz futbol konuşmak farz tabi, başımdan geçen komikli şeyler falan, eğleniriz güleriz arada, şimdilik böyle düşündüm hafızlar, bakalım aklıma bişeyler gelince yazarım, öperler.