3 Şubat 2015 Salı

"Seyf-i Bisiklet" - Öykü Denemesi.



Bir ufk-ı i'tilâ açılır, yükselir hayât;

Yükselmeyen düşer: ya terakkî, ya inhitat!
Yükselmeli, dokunmalı alnın semâlara;
Doymaz beşer dedikleri kuş i'tilâlara...
(Tevfik Fikret - Ferda)



---------------------------------------------------------Bir-------------------------------------------------------------

Bitmedi mi o bira hala dedi, birasını yavaş içen insanlardan hiç haz etmez, beni de pek sıkıştırır bu konuda, onun için bira 10 dakika hadi bilemediniz 15 dakika içinde içilmesi gereken alkollü bir içecektir, beklerse gazı kaçar bok gibi olur der, haklı, dediği gibi, bok gibi oluyor.

Seyfi Hanoğlu, Gümüşlüler mahallesinin en delikanlı çocuğudur ve benim en yakın arkadaşımdır, Gümüşlüler mahallesinde veya çevre mahallelerde kime sorsanız gösterirler Seyfi'yi, esaslı çocuktur.

Ufak bi kardeşi var, ben genelde onu bakkala giderken ya da bazen okuldan çıkıp eve gelirken görürüm ama fazla muhabbetim yok, karşılaşırsak "Merhaba abi" der en fazla, bende "Merhaba ufaklık" derim, tebessüm eder, yolumuza devam ederiz, tabi benim kardeşiyle olan bu samimiyetsiz ilişkim onun için geçerli değil, o kardeşine çok değer verir, zaten olması gereken de bu değil mi? Benim kardeşim yok ama tahminim bu yönde, anneme ve babama çok ısrar ettim kardeşim olması konusunda, "Annen hasta." dedi babam, konu benim için orda kapandı, hala ne hastası olduğunu bilmiyorum ama hastaymış işte, uzatmanın alemi yok.

Seyfi'den bahsediyorduk, bana yine döneriz, annesi YaNeolurBuradanAlın Marketler Zinciri'nde kasa görevlisi, babasıyla çok önceden ayrılmışlar, o konuda fazla bi bilgisi yok, pek bahsetmez.

Birayı bitirdim, Seyfi şöyle bi suratıma baktı, "Hiç öğrenemeyeceksin!" Dedi, bu defa haksızdı, bence iyi içiyordum ve elbette zamanla daha iyisini öğrenecektim, ne yani bunun için ağıt mı yakalım? "Benim beynimi uyuşturmaya ihtiyacım yok." Dedim, "Siktir lan!" Deyip birasından büyük bir yudum aldı, saatine baktı ve "Hadi!" Dedi, "Geç kalmayalım..."

Kasaya doğru gittik, şimdiye kadar asla Alman usülü yapmadık, samimiyetsiz gelir bize, ödeme sırası da Seyfi'deydi, "45 numara." Dedi, "Balkonda sağdan 2. masa." Kasadaki kadın çok güzeldi, genelde barlarda güzel kadınlar çalışır, önündeki cihazdan bir şeyler kontrol edip 65 lira dedi, az sonra yaşanılacakları adım gibi biliyordum, aynı şekilde de oldu, Seyfi hesap özetini istedi, bir kaç şeye itiraz etti ve biz finalde bolca laf yedikten sonra 60 lira ödeyip mekandan ayrıldık. Haksızlığa hiç gelemez, sürekli söylediği bir sözü var hatta, "Dünya bir çöp kutusu olsa bile çöpleri herkese adaletli dağıtmalı." Der, evet bu onun sözü, bilmiyorum bunu hangi kafada düşündü ama aklına geldikçe söyler, söyledikten sonra ünlü bir filozof edasıyla bakar etrafına.
Kapının önüne çıktığımızda ortalık çok sessizdi, hep gittiğimiz yoldan yürüdük, basketbol sahasına vardığımızda henüz kimse yoktu.

Biraz bekledikten sonra üç tane bisiklet geldi, her birinde iki kişiden toplam altı kişi indi ve Seyfi hepsiyle çok samimi bir şekilde selamlaştı, ben bu konuda biraz beceriksizim, samimi olmadığım insanlara samimi gözükemiyorum, zoraki tebessüm ederek hepsinin elini sıktım, bir tanesinin eli terliydi, sinirim bozuldu, az sonra bayıcı muhabbetler başlayacaktı, sigara paketimi çıkarttım 4 tek sigara kalmış, yine mi bitti, bu meret cidden çok pahalı...
Seyfi konuşmaya başlamıştı bile, satıcıların bisikletler için çok para istediklerini iddia ediyordu, işinin ehli olduğunu belli etmek için lastikleri sürekli kontrol ediyor, frenleri sıkıp duruyordu, en sonunda iki bisiklet için anlaştılar, üçüncüsünü istemedi Seyfi, "Ölmüş bu." Dedi, adamlar fiyatı biraz azaltsa bile almadı.

İki bisiklete 1100 lira verdik, adamlar gitti ve bisikletlerle başbaşa kaldık, "Hadi yarışalım!" Dedi, Yurt Caddesi'nde biraz yarıştık, yorulunca bi banka oturduk, "Ne kadara okutursun bunları?" Dedim, "Tahminim 1800" diye cevapladı, hiç inandırıcı değildi bu çünkü tek bi işten şimdiye kadar 700 lira kaldırdığımız olmamıştı, biz genelde bir şeyler alır, ufak kârlar için satardık, küçükken başladık buna, Gökhan abi vardı, onun çırağı sayılırız, o öğretti bu işleri, insanların artık gözden çıkarttıkları eşyaları alır, onlara değer veren başka insanlar buluruz, mahallede bir şey satacak olan ya da bir şeye ihtiyacı olan ilk bize gelir, öyle bi dükkanımız falan yok, Seyfilerin bodrumunu kullanırız genelde bir şey saklayacaksak, evdekiler ikimizinde okuması için çok ısrar etmişti zamanında, olmadı, okumak bize göre değildi, 6 yılda zar zor Rahşan Ticaret Meslek Lisesi'ni bitirebildik, biteli baya oluyor ama arada hala bahçesine gider sigara içeriz, işte diyordum ki, birisi için artık elden çıkarılması gereken mal-eşya ya da siz adına ne derseniz, bir başkası için çok kıymetli olabiliyor, Dünya'nın kanunu bu, aşkta bile böyle, sizin deliler gibi sevdiğiniz, bakmaya kıyamadığınız insanları, bir başkaları deliler gibi üzüyor. Evet.

Seyfi'yi süzdüm biraz.
"Siktir lan, öyle olsa adamlar sana bunu 1100'e satar mı?" dedim.
"Satar oğlum, işini bilirsen satar, bak ben üçüncü bisikleti almasını da bilirdim, ama almadım, tok alıcı olduğumuzu anlasınlar diye." dedi, yani kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez mantığıyla iş yapmıştı ve şimdilik başarılı gözüküyordu, yarın gideceğimiz bisikletçi eğer bu iki bisiklete 1800 lira verirse kişi başı 350 lira kar yapmış olacaktık ve bu gerçekten iyi paraydı.

Ertesi gün uyandığımda ilk işim Seyfi'yi aramak oldu, hala uyuyordu, uyumayı çok sever, bir defasında 18 saat uyumuşluğu var, ben biraz tersim bu konuda, sabah erken kalkacak olsam bile uyumam, genelde gece bir şeyler izlerim, izlemediğim Hint filmi kalmadı, insanların garip merakları olur, bende Hindistan'da yönetmeninden başka kimsenin izlemediği filmleri bile izliyorum, manyaklık diyebilirsiniz buna, haklısınız. Koşa koşa çıktım evden, Seyfi'lere vardım, kapıya vurmaya başladım, o uyanmadıkça şiddeti arttırdım ve en sonunda kapı açıldı, "Hadi!" dedim, "Yürü götürelim şu bisikletleri." , "Oğlum acelen ne, akşam götürürüz siktir git uyuyacağım ben!" dedi, resmen uyku kokuyordu, uyumaktan kaşı, gözü şişmişti ama hala uyuyacağım diyordu, onun bu konuda bir bağımlı olduğunu düşünüyorum, üstüne atladım, biraz boğuştuk, her zaman olduğu gibi çok çekişmeli bi müsabaka oldu ama önemli olan burada şu an kimin kazandığı değil, önemli olan bu deli oğlanın uykusunun açılması.

Seyfi elini yüzünü yıkayıp hazırlanırken televizyona baktım biraz, Seda Sayan hala program yapıyormuş onu fark ettim, ben televizyon izlemeyi bırakalı seneler oluyor ve kendisi hala orada, enteresan. Seyfi hazırlandı, birlikte aşağıya, bodruma inmek için kalktık, bisikletleri alıp Tepekent'e gidecektik, götüreceğimiz bisikletçi dükkanı orada, ağır ağır ve önden gidiyordu Seyfi, hayatta hiçbir şeye acele etmemişti zaten, indi, sağda, kolonun üstünde, boyunun yeteceği son noktada duran düğmeye bastı parmaklarının ucuna çıkıp, niye bu düğme bu kadar alakasız bir yerde diye düşünmedim değil, o sırada Seyfi birden yere eğildi, "Ne oldu lan!" dememe kalmadı, yerde duran zincirleri görünce anladım, bisikletler çalınmıştı...

-----------------------------------------------------------İki -------------------------------------------------------

Ertesi sabah kahvaltı için bizim evdeydik, dünden beri ikimizin de ağzını bıçak açmıyordu, annem evdeydi bugün, yani kahvaltı masası güzeldi, güzel olması gerekirdi, dünyanın bütün anneleri güzel kahvaltılar hazırlarlar fakat o kadar içim sıkkındı ki sanki ciğerimin orada bir şeyler sıkışıyordu, Seyfi'ye baktım, o belki de benden daha berbat durumdaydı, tamam ben içli biriyimdir ama Seyfi'nin hakkını yiyemem, geçen sene kardeşi çarşıda süs havuzuna düşüp kolunu kırdığında 2 hafta annesiyle konuşmamıştı, kardeşine çok değer veriyordu ve ona göre sorumlusu annesiydi, neyse bunun konumuzla pek alakası yok, kahvaltı masasından sessiz sedasız kalktık, hiçbir işimiz yoktu, olsa bile bu moral bozukluğuyla yapamazdık, mahallenin tepesine çıkmaya karar verdik, orası huzurlu bir yerdir, on dakika kadar sürdü yol, çıktık, çimenlere oturup birer sigara yaktık, "Ne düşünüyorsun?" dedim, "Sence kim yaptı?" , "Kimin yaptığını bilmiyorum ama bulursam onları patates edeceğim!" dedi, "Öyle bir benzeteceğim ki onlara Gümüşlüler Mahallesi'ni dar edeceğim, amcamla konuştum, her yeri didik didik edeceğiz." Amcası mahallenin muhtarıydı, mahallede dönen her şeyden haberi olan biriydi yani, mahallelinin kendisine az, çok saygısı vardı.
"Tamam, o zaman arayalım fakat ya mahallenin dışından birileri çaldıysa?" dedim, "Öyle bir şey olamaz, mahalleye giren çıkan olsa haberimiz olurdu." dedi, haklı sayılabilir, küçücük mahalle, ne zaman mahalleden yabancı bir kedi dahi geçse, cümle alemin maskarası olur, kadınlar gün yapar kediyi konuşur, o kadar küçüktür bu mahalle ve bu kadar küçük olaylarla gündemi değişir.

Biz öyle uzaklara dalmıştık ki aslında cevabını bilmediğim bir soru olduğunu hatırladım, ben sadece o bisikletlerden iyi para kazanacaktık diye üzülüyordum ama Seyfi'nin durumu başkaydı, daha derin üzülüyordu ve olayı içselleştirmişti, "Seyfi yanlış anlamazsan sana bir soru soracağım, bu parayla ne yapacaktın?" dedim, biraz düşündü, sigarayı fırlattı, "Açıköğretime kayıt olacaktım." dedi, hastalık, bela, her türlü kötü senaryoya hazırdım ama böyle bir şey beklemiyordum, şaşırdım, şaşkınlığımı gizlemeye çalıştım, "Nasıl lan, askerliğini yaptın geldin oğlum sen, bırak bunu ben düşüneyim." dedim, "O işler öyle değil işte, insanlar sadece bizim gibi askerliği ertelemek için mi okuyor sanıyorsun, insanlar bilgi için okuyor, bir şeyler öğrenmek için, merak ettikleri için veya bambaşka sebepler için, saygınlık kazanmak için okuyorlar, okuyorlar işte ama bizim gibi askerliği ertelemek için okumadıkları kesin, onlar okula gidiyor oğlum, sen en son ne zaman okula gittin?" dedi. Size hep Seyfi'nin haklı veya haksız olduğu konusunda kendi görüşümü söyledim, bu defa size bırakıyorum, siz karar verin.

"Peki nerden esti, ne okuyacaktın, ne oldu birden aklına geldi, beni yanlış anlama meraktan soruyorum." dedim, anlattıkça anlattı, o anlattıkça dinledim, Seyfi'nin yıllardır aşık olduğu bir kız var, eskiden beri kızı tanırız, bizden biraz küçüktür, tüm mahalle tanır, hatta belki tüm şehir tanıyor olabilir, çok güzel aynı zamanda her konuda aktif bır kızdır, mesela Gezi Parkı eylemleri olmuştu hani, o sırada tüm mahalle onun peşinden yürümüştü, kapı kapı zillere basıp, balkondakilere bağırıp indirmişti aşağı, bazı mahalleliler onun hakkında "mektepli orospu" diye laf çıkartınca, Seyfi ortalığı birbirine katmıştı, işte o kız, İstanbul Üniversite'sine gitmiş okumaya, bizim Seyfi'de inat etmiş, "Onun gibi" biri olmak için okumaya karar vermiş, işin özet kısmı bu, tabi Seyfi'nin kafasında bir üniversite bölümü bile yok, o lise gibi sanıyormuş, anlattım durumu güzelce, ilk başta "Kız ne okuyorsa bende onu okuyayım, ortak şeyleri konuşuyor oluruz." dedi, bunun mantıksız olduğunu söyledim kendisine, sonunda kamu yönetimi okumaya karar verdi, onun için güzel bir tercih, Eğer ortada bir kamu varsa, onu kesinlikle Seyfi gibi biri yönetmeliydi.

Hava baya kararmıştı, mahalleye döndük, vedalaştık, yarın sabah Seyfi'nin amcasına gidip gelişmeleri soracaktık, ayrıldık, eve geldiğimde Seyfi'nin üniversite olaylarını düşündüm biraz, aşk garip bir şeydi, kısa sürede uykuya dalmışım.

Hayatımda ilk defa Seyfi tarafından uyandırıldım, kayıtlara geçsin, benim için önemli bir gün, insanlık için önemli olduğunu sanmıyorum ama olsun. Hızlıca hazırlandım, elime dünden kalmış poğaçalardan birini alıp indim aşağı, biraz bayattı ama gideri vardı, "Tok musun?" dedim,"Kahvaltımı yaptım afiyet olsun." dedi, muhtarlığa doğru yürümeye başladık, mahalle küçük olunca varmamız da uzun sürmedi, girdiğimizde amcası içeride oturuyordu. "Hoşgeldiniz çocuklar!" dedi, babacan bir tavırla çay ikram etti bize.
Seyfi'nin gözleri umutla bakıyordu amcasına, iyi bir haber beklediği, hatta çocukca beklediği belliydi, amcası söze girip "Buldum sizin bisikletleri." dedi, bir anda zıpladık, ayağa kalktık, sarıldık, Nasıl oldu?" , "Neredeler?", "Kim çalmış?" diye ard arda sorular sormaya başladık eş zamanlı olarak, amcası gülmeye başladı, cidden komik durumdaydık, "Gelin benimle." dedi, bahçeye çıktık, bisikletler ordaydı, o an dünyanın en mutlu insanı bizdik, saat daha erken olduğu için Seyfi'nin amcasıyla vedalaştıktan sonra ilk işimiz bisikletçiye gitmek oldu.

---------------------------------------------------Üç (Son)--------------------------------------------------------

Bisikletler adeta uçuyordu ya da bize öyle geliyordu, birazdan çok güzel paralar kazanacaktık ve Seyfi'de açıköğretime yazılıp saygın biri olma yolunda adım atacaktı, okul insanı saygınlaştırır mı bilmiyorum, kendisinin görüşü buydu ve Seyfi'nin görüşleri benim için önemlidir. Okul, daha önce söylediğim gibi, bize göre değildi belki ama özleniyordu.
Tepekent'e vardık, az ileride bisikletçiyi gördük, önden içeri girip iş üstünde bir bisikleti tamir eden ustayı selamladım, arkamdan Seyfi girdi, konuşmaya başladılar, Seyfi lafı fazla uzatmadı, net bir insandır, "Bu iki bisiklete ne kadar verirsin usta?" diyerek girdi konuya, Seyfi'nin basketbol sahasında bisikletleri alırken takındığı o bilmiş tavırları bu defa ustada gözlemliyordum ama haklı olarak, çünkü onun işi buydu, en iyi bildiği konu buydu, iyice inceledi bisikletleri, "2000 veririm bunlara çocuklar." dedi, gözlerimin içi büyüdü 2000'i duyunca, Seyfi'ye baktım, o an dünyanın en rahat ve en profesyonel insanı kendisi olabilirdi, gayet sakin bir şekilde "Hocam biz 2100 düşünmüştük ama siz neyini eksik gördünüz?" dedi, şaşmış kalmış onları izliyordum, biraz konuştular ve 2050ye iki bisikleti adama teslim edip oradan ayrıldık. "Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun, biz 1800 verir diye geldik adam 2000 dedi ve sen 2050'ye sattın." dedim, güldü ve "İşimi iyi yapıyorum, kabul et." dedi, bu zaten o an dünyanın en kabul edilesi şeyiydi benim için. Kişi başı 475 lira kar yapmıştık.

Ertesi sabah hayatımda ikinci defa Seyfi tarafından uyandırıldım, yüzünden düşen bin parçaydı, "Ne oldu?" dedim, amcası vefat etmiş, daha geçen gün bize bisikletleri veren kanlı-canlı adam bu dünyadan göçüp gitmiş, nasıl olmuş diye sordum, gece kalp krizi geçirmiş, ölüm her canlıya çok yakın evet ama sanki insana biraz daha yakın, o da bu karışık yaşamımızdan dolayı, basit yaşayan canlılar, basit ve yavaş yaşayan canlılar dünyanın en uzun yaşayan canlıları, kaplumbağalar mesela.

Amcasının evindeydik, Seyfi'nin annesi, amcasının eşine destek olmaya çalışıyordu, gelen giden çoktu eve, o sırada ufak bi çocuk girdi, çok üzgündü belli, tahmini 13 yaşında esmer bi çocuktu, salonda biraz bakındı annesini gördü, yanına gitti dizinin dibine oturup için için ağlamaya başladı, annesi ona "Halil" diye hitap edince ismini öğrenmiş oldum, ne annesini daha önce görmüştüm ne de çocuğu ama durumları bana garip gelmişti, Seyfi'yi aradı gözlerim, balkonda sigara içiyordu, yanına çıktım "Ölüm çok garip." dedi, yine haklıydı, "Baksana sana bir şey soracağım, şu çocuk ve annesi, içerde sağ tarafta oturanlar, tanıyor musun?" dedim, tanıyormuş, "Bizim anne tarafından yakınımız onlar, üst mahallede otururlar, çocuğun babası kağıt toplayarak geçimlerini sağlamaya çalışıyor" dedi, garipsedim bu durumu, garipsenecek bir şey yoktu oysa, çocuğa biraz temiz hava aldırmaya karar verdik, bu ruhsuz ortam bir çocuk için iyi değildi.

Yine mahallenin tepesine çıktık, yanımızda ufak dostumuz olduğu için bu defa sigara yakmadık, morali düzelsin diye biraz konuşturmaya, şakalaşmaya çalıştık, pek beceremedik, o sırada Seyfi yine netliğini konuşturdu, "Anlat bakalım, çok mu seviyordun amcamı?" dedi, "Hayır!" dedi çocuk, omzunu yukarı doğru kaldırarak, baya şaşırdık, lafa girdim, "Niye ağlıyorsun o zaman?" dedim, "Bisikletimi aldı benden." dedi, ikimizde şaşkınlık içindeydik, "Nasıl?" diye ben girdim konuya, anlatmaya başladı, "Babam bana bi tane bisiklet getirmişti, inanır mısın abi dünyanın en güzel bisikletiydi, babam onu almak için çok çalışmış, öyle dedi, sonra ertesi gün amcan geldi sabah, aldı bisikleti bizden, yalvardım, ama olmadı, babama niye verdik bisikleti diye sordum, bizden daha çok ihtiyacı olanlar varmış oğlum dedi babam." dedi Halil, Seyfi dayanamadı bi sigara yaktı ama ben kendimi tutuyordum, çocuk hala arada ağlayıp arada konuşuyordu ama konudan kopmuştum, puzzle parçalarını kafamda tamamlamaya çalışıyordum.

Çocuktan babasını nerde bulabileceğimizi öğrenip, annesinin yanına bıraktık, kıraathaneye vardığımızda babası kapının önünde ufak bi taburede çay içiyordu, "Tevfik abi siz misiniz?" diye sorduk, "Evet." dedi, "Biraz konuşabilir miyiz?" dedi Seyfi, ona başımızdan geçen her şeyi anlattık, duydukça gözleri büyüdü, en sonunda tatlı bir tebessüm etti sarı bıyıkları ve sarı dişleriyle, çok samimi bir tebessümdü bu, anlatma sırası ona gelmişti bu defa.

Bize bisikletleri satan çocukların tarifini sordu önce, sonra kafası netleşmiş bir şekilde anlatmaya başladı, "Bakın çocuklar, bu bisikleti size satanlarla bana satanlar aynı kişiler, sattıkları kişiden gidip çalıyorlar demek ki, amcan gelip almasa bile çalınacakmış, böylesi daha iyi olmuş, en azından sizin hakkınız yenmemiş oldu." dedi, şaşkınlık içindeydik, böyle olmazdı, biz yine hallederdik, yine bir yolunu bulurduk ama o çocuğun gözyaşını dindirmek gerekti, artık çalanları biliyorduk, tongaya düştüğümüzün farkındaydık, bize satıp sonra da çalıp, bu gariban aileye satmışlardı, onlardan çalamadan Seyfi'nin amcası duruma el atmıştı, en azından üçümüz buna karar kılmıştık, başka bir şeyler varsa bile, Seyfi'nin amcası ile birlikte mezara girmişti, bu kadar bilebilirdik.

Seyfi paranın tümünü çıkartıp adama verdi, "Bak abi, biz halden anlayan çocuklarız, biz yine bir yolunu bulur bu parayı kazanırız ama bu para o bisiklet için gözyaşı akıtan kardeşimizindir, senindir." dedi, adam, "Burada bir bisiklet için haddinden fazla para var." diye itiraz etse bile Seyfi "En pahalısını al o zaman abi." dedi, tokalaştık, konuyu uzatmadan oradan ayrıldık.

Yürürken Seyfi'ye bakıp "Okul?" dedim, "Ne yapacaksın?"
"Buluruz bir yolunu." dedi.
Elimi omzuna attıp hafifçe sıktım, "Bu yaptığın, okulun kazandırabileceği bir saygınlık değildi." dedim, güldü, okul meselesi kapanmıştı bu sözümle birlikte, çalan çocukları bir daha hiç görmedik, arada mahallenin parkında yeni bisikletiyle ufak Halil'i görüyorduk, yanımıza geliyordu her defasında, Seyfi'nin onu mutlu görünce gözlerinin içi gülüyordu...

böyle yavaş yavaş geçtim insandan insana
insanlaştırdım yavaş yavaş dışımı
böyle karıştım kalabalıklara
kalabalıklaştım böylece.

(İlhan Berk - Yavaş Yavaş Geçtim)

--------------------------------------------------------Son------------------------------------------------------------




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder