Şimdi sizinle çok
acıklı bir hikaye paylaşacağım, o nedenle bu satırları okuyan her şahsiyetin yanına bir-iki selpak bulundurmasını nacizane
reca ediyorum.
Mendiller hazır mı? başlıyorum.
Sene, geçen sene.
Aylardan Ekim. Tolga Çevik'i ve onun meşhur Komedi Dükkanı programını hepiniz bilirsiniz , duymuşsunuzdur. İşte ben onu pek bi severim, tiyatrodan canciğer dostum Semih'le Komedi Dükkanı'nın 13 Ekim 2012 günü Ankara'da sahne alacağını öğrendik.
Allahım nasıl sevinmeler, nasıl böyle bi mutluluk pozları, e adamı seviyoruz canlı izleyeceğiz falan, lafı uzatmayacağım çünkü ağlamaklı bölüm burası değil. en kısa sürede biletleri ayarladık, hızlı tren biletimizi aldık falan derken 13 Ekim günü geldi çattı. Öğlen bindik trene yaklaşık 2 saat sonra Ankara merkezdeydik, bir kaç tanıdık sağ olsun bizi biraz gezdirdi falan, oyun saati geldi. İşte ağlamaklı bölüm az biraz burada başlıyor canlar.
Dakika 1 gol 1
yanıma gördüğü herkesle muhabbet etmek isteyen, muhabbeti iğrenç, ve bir o kadar da iğrenç kokan bir adam oturdu. Yav kardeşim yanına otururken nezaketen bir "merhaba" dedim diye, kaç yıllık arkadaşmışız gibi her espriden sonra bana bakıp güldüğümün onayını alman , espriyi değerlendirmen, ikili diyaloğa girme çabası falan, amk evladı bak sinirlendim yine ya. Her neyse hüngür hüngür ağlanacak bölüm burası değil.
Az kaldı geliyo.
Şimdi başlıyoruz, biz içeri sahneye girerken, yanımızda doğal olarak 2 adet pek tabii fotoğraf ve video çekebilen telefon vardı, biz yinede gizlice bir dijital fotoğraf makinesi sokmayı da başarabildik, güvenlik görevlisi cebimde duran koca fotoğraf makinesine, "telefon mu bu" demişti, he deyip geçmiştim.
Lakin biz gerizekalılar, her ne kadar "çıkışta gidelim kulise abi. kırk yılda bi gelir böyle şans, tanışalım adamla" gibisinden muhabbetler çevirsekte, oyun esnasında video çekmekten elimizde olan 3 teknolojik aletinde sarjlarını bitirdik... Ardından oyun bitti, hayatımda o denli çok az sefer gülmüşümdür, gerçekten ağzımız kulaklarımızda çıktık salondan.
Şimdi artık bizim kafada gidip Tolga Çevik'le konuşmak var işte bizimde oyuncu olduğumuzu anlatmak bir iki sohbet olmadı bir çay (adamında hiç işi yok zaten) içeriz falan.
Salondan çıktık abi, kulisi bulmaya çalışıyoruz acaba ne tarafta kapısı , bu adam sahneden nasıl çıkacak diye düşünüp salonun dış çevresinde 3,4 tur attıktan sonra böyle ağaçlıklar arkasında, bir kapı ve kapının yanında siyah bir minibüs tarzı araba gördük (ben şimdi marka bilmem ama lükstü tabi amk minibüs değildi) aha dedik oğlum buradan çıkacak galiba, gittik önünde 40,50 kişi falan var.
Bekliyoruz, 10 dakika oldu, yarım saat oldu, 45 dakika oldu derken içeriden bir görevli çıkıp beklemememizi, oyuncunun yorgun olduğunu bu kadar kişiyle fotoğraf çekinemeyeceğini falan söyledi. Eyvallah diyen bir grup, söylene söylene (yav siz neydiniz, siz ne ara böyle oldunuz) olay yerinden uzaklaştı, yaklaşık 15,20 kişi kalmıştık. Biraz daha bekledik ve ardından adam tekrar çıkıp, eğer sırayla çekinecekseniz olay çıkartmayacaksanız sizi içeri alırım falan dedi. He sanki Tolga Çevik'i öldürmek için bekliyoz orda amk.
Heh işte orada bizim jeton düştü, o ana kadar umutsuzca bekleyen biz, artık içeri girip Tolga Çevik'le fotoğraf çekinip bir iki konuşacak olmanın sevincini yaşarken...
Lan oğlum neyle fotoğraf çekinecez?
Telefonların ikisininde sarjı tamamen bitmiş %0 , bir tane dijital makinemiz var o da bitik. Hasiktir düşün düşün, derken abinizin aklına enfes bir fikir geldi, orada bizim gibi bekleyen bir kişiden rica edelim, facebook adresimizi verelim, fotoğrafımızı kendi telefonundan çekip bize yollasın. Nasıl ama, süper değil mi?
NAH SÜPER.
Çok güzel bir çift bulundu.
Rica edildi.
Severek kabul ettiler.
O fotoğraf çekildi.
Kulisten çıkıldı.
Rica ettiğimiz adama isimlerimiz facebook adreslerimiz verildi. Üstüne profil fotoğrafımızda ne olduğu bile söylendi.
Adam tamam dedi, siz eve gidene kadar yollamış olurum dedi.
Nasıl mutlulukla, zıplayarak, bağırarak eve koştuk varya...
10 AY OLDU!
O fotoğraf hiç gelmedi...
Ankara'da o gece Semih'in dayısının evinde kalacaktık, eve gidip, heyecanla bilgisayarı açıp facebooka girince 1 yeni mesaj bildirisi görüp. Tolga Çevik'le olan fotoğrafımızı bekleyen biz, hiçbir bildirim göremedik. Bırakın öyle bir fotoğraf var mı ondan bile emin değiliz çünkü "abi nasıl çıktık. İyi miyiz ya, güzel mi, bulanık değil demi" diyerek bakmadık bile, sen bize gönderirsin dedik. Nasıl güvendiysek, ama el mecbur naparsın.
Ankara'dan Eskişehir'e dönüş yolunu anlatamam size sevgili okur, her dakika geyik muhabbeti yapan, gülmelere doyamayan Semih ve ben o 2 saat boyunca hiç konuşmadık, sürekli telefonda facebook mesajlarını güncelleyip durduk. İçimizde hep ukte olarak kaldı o fotoğraf, günlerce düşündük neden atmadı diye, oysa gayet bulabilirdi benim adımda başka hiçbir kullanıcı yok feysbuk aleminde. Koca ülkede zaten "Furkan Tuğrul Akbulut" adına sahip bir ben varım. O çiftin Tolga Çevik'le olan fotoğrafınıda ben çekmiştim, acaba bulanık çektimde gıcık olup bize göndermediler mi diye düşündük, yolda öldüler mi diye düşündük, yanlışlıkla sildiler mi diye düşündük ama her şeye rağmen ölmediyse eğer, adımızı notlara kaydettiğini görmüştüm. Bi mesaj atıp böyle bir aksilik oldu fotoğrafı atamadım diyebilirdin pezevenk. Duygularımızla oynadın! Eğer bir gün o fotoğraf gelirse bu sefer de ben bakmayacağım amk...
İşte şimdi ağlayabilirsiniz...
Öperler.