21 Ağustos 2013 Çarşamba

Leyla ile Mecnun neden kaldırıldı?

Merhaba.

O kadar öfke doluyum ki yazıya nasıl ve nereden başlasam hiç bilemiyorum, güzelim diziyi, ailemizin dizisini yayından kaldırdı TRT, hı TRT bu kararı elbette kendi başına vermedi bizde biliyoruz, size şimdi Akp'nin yaptığı-yapmak istediği şeyleri ve üzerimizde oluşturmak istediği baskıdan biraz bahsedeceğim.

Leyla ile Mecnun dizisinin oyuncuları Gezi Parkı olaylarına-eylemlerine destek vermişti ve eylemden bazı fotoğrafları basına çıkmıştı, aradan biraz zaman geçti dizi oyuncuları yeni sezonda devam edeceklerine dair henüz bir bilgi almadıklarını söylediler. Buraya kadar biraz umutluyduk, ardından TRT'nin reyting istediği bilgisi çıktı gündeme, Dünya'nın tanıdığı bu diziden gelen reytingi yeterli bulmuyordu TRT yetkilileri.

Şimdi Dünya Leyla ile Mecnun'u nasıl tanıyor ona bakalım ve reyting saçmalığını açığa çıkartalım. 

Uluslararası film eleştiri sitesi Imdb'de 15.098 oy üzerinden 9.3/10 puan alan Leyla ile Mecnun sitenin en iyi televizyon dizileri listesinde ilk 10 içerisinde yer almıştır. Şimdi TRT neyin kafasını yaşıyor Allah aşkına bir düşünelim.


Ne yaptı bu adamlar, dizinin oyuncuları, gerçek hayatlarında, yani diziden bağımsız birer birey olarak yaşarken, eylemlere katıldılar, hükümete tepki gösterdiler değil mi?


Peki bu ne demek? Bu şu demek;


"Eğer siyasetle uğraşır, bizi eleştirirseniz, ekmeğinizi elinizden alırız. Dizinizi kapattırırız, aç kalırsınız" 


İşte AKP faşizmi tam olarak bu cümleyi kuruyor. 


Akp hükümeti, düşünelim, eleştirelim, eylem yapalım istemiyor. Apolitik bir nesil, sesi çıkmayan bir nesil yetiştirmek istiyor. 

Ortadoğu'ya bakın. 

Kuruluyorken yeni dünya düzeni, bizim geleceğimiz enkaz altında. 


O gemi bir gün mutlaka gelecek. Leyla ile Mecnun'u seviyoruz. 

Görüşmek üzere. 



19 Ağustos 2013 Pazartesi

Eskişehir'den Antalya'ya 12 saat

Merhaba arkadaşlar.
Komikli bir hikayeyle buradayım, birazdan sizlere Eskişehir'den Antalya'ya 12 saatte varmayı nasıl başardığımızı anlatacağım. 

Komikli dedim, aslında acıklı da olabilir. 12 saat otobüs yolculuğu ne demektir ya, bence gayet acıklı.


Hazırsanız anlatıyorum.

Semih ben ve İrfan Antalya/Alanya'da ki otelimize gitmek için tatil turunun ayarladığı otobüse gece 12 gibi bindik, sağdan soldan duyduklarımız ve tahminimiz üzere saat 7 gibi Antalya'da olurduk 7:30 gibi otelimizde olurduk.

HEE OLDUK YA. 

Aslında ama her şey iyi gidiyordu, geyik muhabbetler falan iyi hoş. 

Hatta Afyon'da mola verdiğimizde Erzincan'dan Kars'a giden sayın yolcularımız diye bir anons duyduk... Hala Erzincan'dan Kars'a giden o sayın yolcuların Afyon'da ne işleri olduğunu çözemedik, turları fena kandırmış galiba. 

Abi neyse iyi güzel devam ediyoruz sabah olmaya başladı biz hala çevre yollarındayız şehire dair herhangi bir görüntü yok, şöför dayın işi ciddiye almış, baya yerdeki taşları sayıyoruz ya 30la gidiyoruz, saat 8 oldu, saat 9 oldu... 

Antalya tabelasını gördük sonunda, lakin işin kötüsü Alanya'ya gidecektik daha... Ama onun içinde Side'ye uğrayıp diğer otellere müşteri bırakılacakmış..

LAN? Yollara doyduk ya. 

Git babam git yollara doyduk ya. 

Bir de tur en sona bizim oteli bırakmaz mı? Şu kadar diyorum otele girdiğimizde bırakın yüzmeyi eğlenmeyi, yürüyecek halimiz yoktu, göt metrekare koltukta 12 saat yol geldik, Gölbaşından Antalyaya 4 saatte gider mi bir otobüs ya. El insaf lan.

Hı biz birde Gölbaşındayken tamamdır Antalya'ya az kaldı yemek yemeyelim zaten açık büfesi cartu curtu olan ultra herşey dahil otele gidiyoruz diye düşündük, süper zekayız ya, ama ne bilelim şöför dayının 30la gideceğini, aç kaldık yollarda.

12 saatte varya,  Hakkari'den yola çıksan Bulgaristan sınırına varırsın ya.

12 saat nedir ya. 

He sonra noldu 1 haftalık tatilin ilk günü komple uykuya gitti. He bunun birde dönüşü var, o daha fena 13 saat sürdü Eskişehir'e gelmemiz. 

Tur bize 7 gece 8 gün demişti 8. Günün ne demek olduğunu anladık 12şer saatten 1 gününüzü öyle alıyorlarmış zaten. 

Neyse, tatil maceralarıyla tekrar gelirim, şimdilik öperler.

8 Ağustos 2013 Perşembe

İyi bayramlar Türkiye

Bu toprakların, Anadolu'nun ve güzelim Anadolu insanının bayramları ne kadar güzel ve tatlı, olay inanan için ayrı bir anlam ifade ederken, inanmayan da bu sevinci paylaşıyor, umutsuz olan umut buluyor, tutunacak bir yer arayan, bir iki tebessüm eden yüz görüyor, kimse benim bayramım değil deyip kenara çekilmiyor, inanan da inanmayan da çocuklara şeker veriyor, gülsünler diye, parası varsa harçlık veriyor, bir gazete almak için girdiğin tekel bayii sana şeker ikram ediyor, sokakta gördüğün beyefendi amcaya, iyi bayramlar amca desen, elini başına kaldırıyor gülümsüyor, ya da sen sadece yürüyorsun o sana iyi bayramlar diliyor, hiç görmediğin, bayram saati çalışmak zorunda olan işçilere iyi bayramlar dediğin zaman gülümsüyorlar, karşılık veriyorlar, bayram kültürü bu topraklarda çok gelişmiş, kimse kimsenin siyasi görüşüne dini inancına bakmıyor, iyi bayramlar diliyor, tatlı ikram ediyor, gülümsüyor, her zaman olması gereken şeyleri birkaç günlüğüne olsun yaşıyoruz bayramlarda, hep böyle kal Anadolu insanı. 

Keşke hep böyle kalabilsen Türkiye.


5 Ağustos 2013 Pazartesi

Ergenekon Gerçekleri, Silivri ve Kararlar

Bugün 5 Ağustos 2013 

Ve Türkiye tarihinin intikam dolu günlerinden biri. Bugün bir ideoloji diğer düşman ideolojiden çok büyük bir intikam aldı, bakın bu bariz bir intikamdır.

Ergenekon davası, duruşması, dosyası her neyi varsa, Akp'nin kendi diktatörlüğünü oluşturmak, oluşan gücünü sağlamlaştırmak amacıyla ortaya atılmış şeylerdir, bunu bu ülkede vicdanı olan herkes kabul etmiştir. 
Sosyalistide, liberalide, komünistide, askeri sevende, askeri sevmeyende kabul etmiştir. 

Çünkü ne olduğu bilinmeyen bu dava yüzünden ne yazarlar ne gazeteciler ne askerler içeri alınmıştır, hepsi bu terör örgütüne hizmet ediyormuş meğerse... 

Ben demiyorum, mahkeme diyor "terör örgütü" ifadesini, bugün kararlar açıklanırken sanıklar Ergenekon Terör Örgütü'ne mensup olmaktan yargılandı, müebbet yedi.

Peki, soralım, bu terör(!) örgütünün bir kaç eylemini göstersinler bize?

Ne yazık ki şu an Akp hükümeti, TSK'dan öyle bir nefret ediyor ki, bu nefret bölücü güçlere duyduğu nefretten daha yüksek. İşte bu yüzden intikam dedim yazının başında, bakın size şimdi bir twitter fenomeninin yazısını gönderiyorum, eminim biraz daha iyi anlayacaksınız; 

  

Çok yazık.

"Bir topluluğa olan kininiz, sizi sakın adaletten alıkoymasın!" - (Maide/8)

Sürekli, kemalistler ve asker zamanında bize zulmetti diyorlar. Bugün devletin, sahte belgelerle insanları yapmadıkları işlerle ilişkilendirmesine alkış tutanlar, yarın bu olanlar başlarına gelince ağlamasın. 

Bu öyle bir nefret ki, 13 yaşındaki kıza tecavüz eden insanlara verilen cezaları topluyorsunuz, yine bu suçtan bugün ceza yiyenlerin biriyle bile eşit olmuyor, çok yazık.

Bir zamanların intikamını, saçma dosyalarla, yalan belgelerle, şimdiki insanlardan almaya çalışmak... Nerede vicdanınız? 

Ama bugün tekrar tekrar anladık ki, hukuk iktidarın fahişesiymiş. O ayeti, intikam duygusuyla yanan islami kesim için bir kez daha paylaşmak istiyorum, ve şunu belirtip yazıyı tamamlayacağım, bu ülkedeki en büyük sorun, Ergenekon değil Nurgenekon'dur

"Bir topluluğa olan kininiz, sizi sakın adaletten alıkoymasın!" - (Maide/8)



4 Ağustos 2013 Pazar

3 lira için dayak yenir mi? İstanbul olayları vol.1

Yine komikli bir hikayeyle burdayım.

Geçtiğimiz futbol sezonu, bir Fenerbahçeli olarak Fenerbahçe-Benfica yarı final maçına fanatik Fenerbahçeli arkadaşım Alper ile gitme kararı almıştık. Vakit yaklaştı biz biletlerimizi falan ayarladık, ben maçtan iki gün önce İstanbul'a gittim, Alper'de maç günü gelecekti. O sıralarda Semih'te ailesiyle İstanbul'daydı. Atladı o da geldi, ki gelişinde yaşanan olayları anlatsam bu yazı 3 katı uzar, unutturmayın, başka bir yazıda onu anlatırım.

Devam ediyorum.

Maç günündeyiz. Kadıköy sokaklarında geziyoruz maç saatini bekliyoruz, bu sırada Semih Alper ve benim bir ortak noktamız, üçümüzde tiyatroyla bir şekilde uğraşmışız, uğraşıyoruz falan. Ben Kadıköy'de Müjdat Gezen Sanat Merkezi olduğunu biliyorum, dedim gidip orayı gezelim bakalım, olur dediler kalktık gittik.

Kapıdan girdik abi, müze gibi bir şey gördük bakıyoruz falan, üst kattan bir kaç ses geldi, ses "aşağıda birileri var, geziyorlar" diyordu. Allah Allah. Zaten onu duyunca bi suçluluk psikolojisine girdik, hadi oğlum gidelim kovulmadan falan derken birimiz buranın sahnesi nerede acaba ya? diye bir soru attı ortaya, bak sen. Oğlum ne kafa kurcalıyorsun, merak uyandırıp aklımıza giriyorsun, biz de deliyiz ya, kalktık uyduk anında, sahneyi bulmaya çalıştık, merdivenlerden bir yere aşağı doğru indik, baya karanlık bir ortam, aha bi baktık sahne girişi yazıyor, Alper sessiz sessiz içeri doğru girerken yukarıdan gelen sesi abartısız aynen aktarıyorum, hızlı bir şekilde, kızarcasına bir tonda "gençler gençler sahneye girmeyin kameradan izliyorum sizi çıkın ordan" yahu adam bunu öyle bir tonda söyledi ki, sahneye bomba düzeneği kurup çıkacak olsak bu kadar korkmazdık, koşarak kaçtık mekandan, ama nasıl kaçtık sanki Müjdat Gezen'i protesto eden 3 genç sahneye girip eylem yapacaktı lan. Neyse.

Derken maç saati gelmişti, artık stada doğru gidiyorduk. Aha asıl olay burada başlıyor işte.

İnsanların eline bir şey tutuşturup zorla satmaya çalışanları bilirsiniz, bildiniz.

Onlardan biri, bileklik satıyor. Tutuşturdu elime bilekliği alda al , illa al. Yok dedim abicim almayacağım, bozuk param yok falan diye bahane atarken adam tamam bozarız ver 5 lira al şu 3 lirayı dedi ve elime 3 lira tutuşturdu, o sırada yandaki arabalardan biri trafikten dolayı durur haldeydi, camını açıp bizim satıcı elamana seslendi , eliyle gel buraya dedi, eleman benim elimdeki satacağı bilekliği alıp arabaya koştu, istekli bir müşteri çıktı sanıyordu, buyur abi 2 lira falan demesine kalmadı, adam "sen niye çocuklara zorla bir şeyler satmaya çalışıyorsun lan" diye bağırdı, aha dedim tamam yırttık, şöför bize eliyle gidin gidin diye işaret yapıyordu, avcuma baktım, satıcının koyduğu 3 lira duruyor, Alper'e baktım, Semih'e baktım.... Lan bi onlar mı uyanık dedik, haydi topuk.

Hızlıca yürüyerek uzaklaşmaya başladık, baya adam bize bir şey satmaya çalışıp 2 lira kar edecekken, biz 3 lira kar etmiştik ve maça girmek için yürüyorduk. Allahım nasıl gülüyoruz varya 3 lira değil 30000 TL almıştım sanki adamdan, demediğimizi bırakmadık adama, "hahahaahahaha gerizekalı ya bak 3 lirasını kaptık hahahaha mal ya hahahahaha" 3 lira lan alt tarafı.
Ama beleş sirke baldan tatlıdır ya işte, adam benden para alacakken ondan para almam fena mutlu etmişti bizi.

Lakin o korku dolu ana kadar...

Ben o parayla çoktan döner yemiş maça girmeye hazırlanırken, esmer, kirli sakallı 3 numara saçı olan iri yarı bi herif Semih'i kolundan tuttu, "siz ne arıyorsunuz lan burada, siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz" dedi.

Yuh.

Adam 3 lira için 10 dakika peşimizden gelip bizi takip mi etmişti amk?
Baya Semih ve Alper'e baktığımda onlarında öyle sandığını anladım, fena korkmuştuk bir şey diyemedik. 3 lira için sopa yiyecek olmak çok kötüydü onu düşündüm sadece.
Semih içine çok sessiz bir şekilde "bir şey aramıyoruz abi" dedi, her an "abi vallahi 3 lirayı o aldı hemde onunla döner yedi benim bir suçum yok" diyebilecek bir şekilde bakıyordu.
Ardından adam "siz Eskişehir'li tiyatrocu değil misiniz" diye devam etti, e yuh yani, iyice tırsmıştık, bileklikle bir alakası yoksa bile adam bizi tanıyordu ve gayet dövecek gibi konuşuyordu.

E-evet abi falan derken adam yumuşadı güldü falan meğer şaka yapıyormuş amk. Lan öyle şaka mı olur. Altımıza sıçıyorduk, bi arkadaşımızın abisiymiş, Eskişehir'de bizim oyunlardan birini izlemiş oradan tanımış. Gerçi önceki olaydan haberi yok tabi, bilmiyor ki böyle bi ekşın yaşamışız 3 lira için kaçmışız falan, adam da bize bi şaka yapmak istemiş... He çok güldük. Bak yine sinirlendim...

Neyse. Bu İstanbul olaylarına vol 2'de devam ederim. Şimdilik yeter.

Öperler.

Stadyum Yasakları üzerine

Öncelikle konunun ana temasını ve fikrimi apaçık belirtmek istiyorum ki, lütfen, ne olur; futbolu, futboldan anlayanlar yönetsin. 

Stadyum yasakları gündemde şimdi, her zaman düşündüğüm gibi, televizyonlara-gazetelere değil, partilerin, ideolojilerin görüşlerine değil, kendimiz düşünmeliyiz. O yüzden bu yazıda size doğruları söylemek değil amacım, yanlışları belirtmek, sonrasında herkes kendi doğrusunu bulur zaten. 

Stadyum yasaklarının bazı maddeleri; stadyumda içki satılmayacak, localarda bile bu engellenecek, saha içinde ve dışında artık kolluk kuvvetleri görev yapacak, görev alan özel güvenlikler içinde ayrıcalıklı sertifika istenecek, holiganlara özel takip ayarlanacak vs. Ama en bombasını sonradan attılar ortaya; siyasi slogan ve muhalefet tribünlerde yasak. 

Bak sen şu işe, şimdi bu acizlik değilde nedir, şimdi bu faşizm değilde nedir, sevgili kardeşim, elini vicdanına koy, oraya gelen adam koyun mu, oraya gelen taraftar robot mu, o da insan, onun da fikirleri var, şimdi o taraftarlara "her yer Taksim, her yer direniş!" demek yasaklandı ya, o taraftarı kışkırtmış olmayacak mısın, adam "madem yasak, inadına bağırırım lan, bu ne saçmalık" diyerek, unutmuş olsa bile senin yüzünden bağıracak stadlarda, futbol farklı bir şeydir, futbol siyasetten ayrılamaz, Kurtuluş Savaşı zamanında bile Fenerbahçe-Galatasaray-Beşiktaş düşman kuvvetlerin takımlarıyla futbol maçı yapıp, onları sahada rezil etmek için uğraşmadı mı, futbolcuların kulüp yetkililerinin savaş sırasında ülkesine yardım etmek için uğraştığını görmezden mi geleceğiz, yoksa Amerikalılar gibi futbolu, sporu sadece kitlelerin beynini uyuşturmak ve kitleleri oyalamak için ortaya atılmış bir oyun olarak mı göreceğiz? 

Şimdi en merak ettiğim soru geliyor, peki bu taraftar grupları Akp lehinde slogan atsa, "dik dur eğilme, türkiye seninle" gibi bağırsaydılar, yine tezahurat yasakları gündeme gelecek miydi? 

Ama o sloganları sen Kazlıçeşme'ye 30 lira karşılığı topladığın kişilere attırırsın be canım. Cidden yok öyle bir Dünya.

Ki bazı taraftar gruplarının gerçekten siyasi bir yönü var buna en yakın örnek çArşı ve soL açık. Biri Beşiktaş'ın biri Fenerbahçe'nin taraftar grupları, biri siyasi konularda hep mazlumun yanında, bir duruşu var, diğeri zaten belli bir ideolojiye yakın taraftar tarafından oluşturulmuş. Kitleler bir şey diyecekse, engelleyemezsin, onlar stadda bağıracak, futbolun kültürüdür bu, saçma işler yapmayın Allah aşkına, sonra da "cehape zihniyeti" diye gezip durursunuz, herkese faşist damgası vurursunuz, en büyük faşistliği yaparsınız, kitlelerin düşüncelerini tek yumruk olup haykırmasına engel olmaya çalışırsınız, kitapları delil gösterip, posterleri delil gösterip insanları içeri alırsınız. Herkes sizi sevmek zoruna değil, size karşı olanları görmezden gelemezsiniz beyler. Biraz mantık. 

Şimdi o taraftarlar, size inat bağıracak;

"HER YER TAKSİM, HER YER DİRENİŞ!"

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Ankara ve Tolga Çevik

Şimdi sizinle çok acıklı bir hikaye paylaşacağım, o nedenle bu satırları okuyan her şahsiyetin yanına bir-iki selpak bulundurmasını nacizane reca ediyorum.

Mendiller hazır mı? başlıyorum. 

Sene, geçen sene. 
Aylardan Ekim. Tolga Çevik'i ve onun meşhur Komedi Dükkanı programını hepiniz bilirsiniz , duymuşsunuzdur. İşte ben onu pek bi severim, tiyatrodan canciğer dostum Semih'le Komedi Dükkanı'nın 13 Ekim 2012 günü Ankara'da sahne alacağını öğrendik. 

Allahım nasıl sevinmeler, nasıl böyle bi mutluluk pozları, e adamı seviyoruz canlı izleyeceğiz falan, lafı uzatmayacağım çünkü ağlamaklı bölüm burası değil. en kısa sürede biletleri ayarladık, hızlı tren biletimizi aldık falan derken 13 Ekim günü geldi çattı. Öğlen bindik trene yaklaşık 2 saat sonra Ankara merkezdeydik, bir kaç tanıdık sağ olsun bizi biraz gezdirdi falan, oyun saati geldi. İşte ağlamaklı bölüm az biraz burada başlıyor canlar.

Dakika 1 gol 1 
yanıma gördüğü herkesle muhabbet etmek isteyen, muhabbeti iğrenç, ve bir o kadar da iğrenç kokan bir adam oturdu. Yav kardeşim yanına otururken nezaketen bir "merhaba" dedim diye, kaç yıllık arkadaşmışız gibi her espriden sonra bana bakıp güldüğümün onayını alman , espriyi değerlendirmen, ikili diyaloğa girme çabası falan, amk evladı bak sinirlendim yine ya. Her neyse hüngür hüngür ağlanacak bölüm burası değil. 
Az kaldı geliyo.

Şimdi başlıyoruz, biz içeri sahneye girerken, yanımızda doğal olarak 2 adet pek tabii fotoğraf ve video çekebilen telefon vardı, biz yinede gizlice bir dijital fotoğraf makinesi sokmayı da başarabildik, güvenlik görevlisi cebimde duran koca fotoğraf makinesine, "telefon mu bu" demişti, he deyip geçmiştim. 

Lakin biz gerizekalılar, her ne kadar "çıkışta gidelim kulise abi. kırk yılda bi gelir böyle şans, tanışalım adamla" gibisinden muhabbetler çevirsekte, oyun esnasında video çekmekten elimizde olan 3 teknolojik aletinde sarjlarını bitirdik... Ardından oyun bitti, hayatımda o denli çok az sefer gülmüşümdür, gerçekten ağzımız kulaklarımızda çıktık salondan. 

Şimdi artık bizim kafada gidip Tolga Çevik'le konuşmak var işte bizimde oyuncu olduğumuzu anlatmak bir iki sohbet olmadı bir çay (adamında hiç işi yok zaten) içeriz falan.

 Salondan çıktık abi, kulisi bulmaya çalışıyoruz acaba ne tarafta kapısı , bu adam sahneden nasıl çıkacak diye düşünüp salonun dış çevresinde 3,4 tur attıktan sonra böyle ağaçlıklar arkasında, bir kapı ve kapının yanında siyah bir minibüs tarzı araba gördük (ben şimdi marka bilmem ama lükstü tabi amk minibüs değildi) aha dedik oğlum buradan çıkacak galiba, gittik önünde 40,50 kişi falan var. 

Bekliyoruz, 10 dakika oldu, yarım saat oldu, 45 dakika oldu derken içeriden bir görevli çıkıp beklemememizi, oyuncunun yorgun olduğunu bu kadar kişiyle fotoğraf çekinemeyeceğini falan söyledi. Eyvallah diyen bir grup, söylene söylene (yav siz neydiniz, siz ne ara böyle oldunuz) olay yerinden uzaklaştı, yaklaşık 15,20 kişi kalmıştık. Biraz daha bekledik ve ardından adam tekrar çıkıp, eğer sırayla çekinecekseniz olay çıkartmayacaksanız sizi içeri alırım falan dedi. He sanki Tolga Çevik'i öldürmek için bekliyoz orda amk. 

Heh işte orada bizim jeton düştü, o ana kadar umutsuzca bekleyen biz, artık içeri girip Tolga Çevik'le fotoğraf çekinip bir iki konuşacak olmanın sevincini yaşarken... 

Lan oğlum neyle fotoğraf çekinecez? 

Telefonların ikisininde sarjı tamamen bitmiş %0 , bir tane dijital makinemiz var o da bitik. Hasiktir düşün düşün, derken abinizin aklına enfes bir fikir geldi, orada bizim gibi bekleyen bir kişiden rica edelim, facebook adresimizi verelim, fotoğrafımızı kendi telefonundan çekip bize yollasın. Nasıl ama, süper değil mi?

NAH SÜPER.

Çok güzel bir çift bulundu.
Rica edildi.
Severek kabul ettiler.
O fotoğraf çekildi. 
Kulisten çıkıldı.
Rica ettiğimiz adama isimlerimiz facebook adreslerimiz verildi. Üstüne profil fotoğrafımızda ne olduğu bile söylendi.
Adam tamam dedi, siz eve gidene kadar yollamış olurum dedi. 

Nasıl mutlulukla, zıplayarak, bağırarak eve koştuk varya... 

10 AY OLDU!

O fotoğraf hiç gelmedi...

Ankara'da o gece Semih'in dayısının evinde kalacaktık, eve gidip, heyecanla bilgisayarı açıp facebooka girince 1 yeni mesaj bildirisi görüp. Tolga Çevik'le olan fotoğrafımızı bekleyen biz, hiçbir bildirim göremedik. Bırakın öyle bir fotoğraf var mı ondan bile emin değiliz çünkü "abi nasıl çıktık. İyi miyiz ya, güzel mi, bulanık değil demi" diyerek bakmadık bile, sen bize gönderirsin dedik. Nasıl güvendiysek, ama el mecbur naparsın.

Ankara'dan Eskişehir'e dönüş yolunu anlatamam size sevgili okur, her dakika geyik muhabbeti yapan, gülmelere doyamayan Semih ve ben o 2 saat boyunca hiç konuşmadık, sürekli telefonda facebook mesajlarını güncelleyip durduk. İçimizde hep ukte olarak kaldı o fotoğraf, günlerce düşündük neden atmadı diye, oysa gayet bulabilirdi benim adımda başka hiçbir kullanıcı yok feysbuk aleminde. Koca ülkede zaten "Furkan Tuğrul Akbulut" adına sahip bir ben varım. O çiftin Tolga Çevik'le olan fotoğrafınıda ben çekmiştim, acaba bulanık çektimde gıcık olup bize göndermediler mi diye düşündük, yolda öldüler mi diye düşündük, yanlışlıkla sildiler mi diye düşündük ama her şeye rağmen ölmediyse eğer, adımızı notlara kaydettiğini görmüştüm. Bi mesaj atıp böyle bir aksilik oldu fotoğrafı atamadım diyebilirdin pezevenk. Duygularımızla oynadın! Eğer bir gün o fotoğraf gelirse bu sefer de ben bakmayacağım amk... 
 
İşte şimdi ağlayabilirsiniz...

Öperler. 

2 Ağustos 2013 Cuma

SA

burdanda eksik kalmadık çok şükür. ne güzel teknolojilerimiz var. 

burayı açarken ilk olarak ne hakkında yazacağımı, nelerden bahsedeceğimi, nasıl bir üslup takınacağımı falan bi yaklaşık 3 saniye düşündüm, sonra dedim kitap yazmıyoruz amk neyin kafası bu. ciddiyete gerek yok. 

az biraz siyaset yaparım herhal, biraz futbol konuşmak farz tabi, başımdan geçen komikli şeyler falan, eğleniriz güleriz arada, şimdilik böyle düşündüm hafızlar, bakalım aklıma bişeyler gelince yazarım, öperler.